Atatürk Devrinde Çankaya Köşkü’nün Kapıları Köylü Yurttaşlarımıza Ardına Kadar Açıktı…

Atatürk’ün Emir Çavuşu Ali Metin anlatıyor:

“Atatürk, eski Çankaya Köşkü’nün Ankara’ya bakan cephesindeki penceresinin önünde röpteşambırıyla oturmuş elimle hazırladığım sabah kahvesini içiyorlardı. Hatırladığıma göre 1922 senesinin sonbaharıydı. Bütün gece sabaha kadar yağmurdan her taraf çamurdu. Gökyüzünü yarı yarıya kapayan bulutlar ve sis Ankara’nın üzerine tül perde gibi kapanmıştı. Vaktin çok erken havanın sisli olmasına rağmen Köşk’ün dış kapısında eşeğiyle bekleyen ihtiyar bir köylü Ata’nın gözünden kaçmamıştı. Beni yanına çağırarak: (Kim bu ihtiyar, ne istiyor öğren bakalım) dediler. Ben de telefonla kapı nöbetçisinden durumu öğrendim. İhtiyar köylü Asi Yozgat’tan (Elmadağ) gelmiş müracaatı varmış. Atatürk’e arz ettim. Köylüyü içeri almamı emrederek giyinmeye gittiler. Az sonra köylü. Köşke girdiği zaman Atatürk kabul salonunda onu bekler durumda idi. İhtiyar salona yaklaşmış tam girmek üzere iken salonun halıyla örtülü olduğunu görünce çamurlu çarıklarıyla girmekten çekinerek çıkarmaya çalıştığı bir sırada Atatürk: “Baba; bu halı sizin verdiğiniz halı çarıklarını çıkarma böyle gir” buyurdular. İhtiyar köylü çamurlu çarıklarını çıkarmadan mahcup ve minnettar gözlerle Ata’sına baktıktan sonra başı önde salona girdi. Ata ihtiyar köylüye koltuk gösterdikten sonra karşısına oturdular. Kısa bir hal hatır konuşmasını müteakip, derdini sordular. İhtiyar; oğlum, benim bir oğlum var. Geçenlerde askerlikten kaçmıştı. Bende yakalayıp kıtasına götürüp teslim ettim. Şimdi kıtasında. İşte gönderdiği mektuplar. Fakat köyde bir karakol komutanı var. ikide bir gelinimi karakola çağırıp “kocanı bulacaksın veya yerini söyleyeceksin” diye sıkıştırıp duruyor. Birkaç kere karakol kumandanına varıp, oğlumun askerde olduğunu ve gönderdiği mektupları gösterdimse de dinletemedim. Oğlumun bulunduğu kıtaya telgraf çekip durumu öğrenelim dedimse de yine dinletemedim. Muhakkak kocanı bulacaksın diye gelinimi karakola çağırıyor ve iki üç gün karakolda alıkoyuyor. Artık tahammülüm kalmadı. Bu yaştan sonra köyde el içine çıkamaz oldum, dedi. Atatürk müthiş kızmıştı. Bana dönerek: “Fethi ile Jandarma Genel Komutanını çağırın” buyurdular. Fethi Bey içişleri bakanı Fethi Okyar’dı. Telefonla ikisini de çağırttım. Biraz sonra geldiler. Atatürk: “Asayiş berkemâl diyorsunuz. Hakikatten berkemâl imiş. İhtiyarı dinleyin derhal otomobille ihtiyarı da alıp köye gidin. Durumu inceledikten sonra karakol komutanı ile beraber subayını da alıp getirim” buyurdular. Fethi Bey Jandarma Genel Komutanı derhal arabaya binerek ihtiyarı da yanlarına çağırdılar. Fakat ihtiyar bir türlü binmiyordu. Evvela neden binmediğini anlayamamıştık. Fethi Bey ihtiyara binmesini tekrar söyleyince ihtiyar “ya eşek ne olacak arabaya sığmaz ki” demesin mi. O ana kadar çok kızmış olan Ata’nın gözleri birden güldü. Ve: “Baba eşeği bana emanet et, sen merak etme git gel sonra alırsın” buyurdular.

Böylece ihtiyar içi rahat olarak arabaya binip gitti. Biz de eşeği ahıra göndererek bakımını yaptırdık. Akşamüzeri Fethi Bey, Jandarma Genel Komutanı, ihtiyar ve karakol komutanının subayı üsteğmen ile karakol komutanı geldiler. Atatürk’e durum anlatıldı.

Sonra öğrendiğimize göre üsteğmenle karakol komutanı Divân-ı Harb’e (Askeri Mahkeme) verilmiş, üsteğmenin görevi ile yeteri kadar ilgilenmediğinden ötürü rütbesi indirilmiş, çavuş da ordudan atılarak yedi ay hapse mahkum edilmişti.”

Kaynak: Atatürk’ün şimdiye kadar yayınlanmamış anıları, Anlatan: Ali Metin, Atatürk’ün Çavuşu. Yazan: Ziya Oranlı, Alkan Matbaası, Ankara, 1967, sayfa: 171-173