AtaTÜRK Aşığı Macar Mühendis ‘Yanoş Amca’
İlk defa 1924 yılında Türkiye’ye gelen Macar mühendisi, yıllarca memleketimizde kalmış, fabrikalar kurmuş, şimdi(1981) Toronto’ya yerleşmiş durumda. Kanada’daki Türklerin bir numaralı dostu. İsmini bile Türkçeleştirmiş: Yanoş Amca…
Yolunuz Kanada’ya düşer ve Toronto’ya uğrarsanız Kanada’daki Türklerin “Yanoş Amca” diye çağırdığı bir büyük Türk dostunu bulup, görmemenize imkân yoktur. Hele Türkiye’den yeni gelmişseniz ‘ikinci vatanından” taze haberler dinlemek, yeni olup bitenleri öğrenmek amacıyla, onun sizi bulması da muhtemeldir.
Evi veya işlettiği lokanta; tam anlamıyla bir yol geçen hanıdır. Türkler için. Onun, “Atatürk çocuklarına” sevgisi ne kadar büyükse; Türkler de onu, o sevginin büyüklüğünce sayarlar. Asıl mesleği makina mühendisliği. 70 yaşındaki ‘Yanoş Amca’ seçkin bir kültür adamıdır, keman çalar, zarif bir İstanbul Türkçesi konuşur, iyi bir konferansçıdır, biyografi yazarıdır, lokanta sahibidir, 5 yabancı dil bilir, şudur, budur ama; her şeyden önce, Atatürk’ün ilk yabancı mühendisidir. Asıl adı, Janos Georgy’dir. Karısı Emine Teyze (Emilia Georgy) ile Türklere duydukları müşterek sevginin başlangıcı yıllar öncesinin, Atatürk Ankara’sına kadar uzanıyor. Yıl 1924’tür. Devrimler Türkiye’sinin hareketli zamanları. Bir sabah, Gazi Orman Çiftliği’ndeki lojmanların birinde; iki sarışın yabancıyla Atatürk ilk defa karşılaşıyorlar. Adam, Atatürk’ün Macaristan’dan istettiği mühendis Janos Georgy’dir, yanındaki ise; hanımı Emilia Georgy. Bundan sonrasını Yanoş Amca şöyle anlattı:
İLK GÖREV
Atatürk daha ilk tanıştığımızda; endüstrileşmeden söz açmamıştı. Aklında, dört yönde fabrika bacaları tüttüğü bir endüstri Türkiyesi vardı. Çağının hızlı değişiminde, endüstriye ulaşan yolların nelerle ilişkili olduğunu çok iyi anlatmıştı bana. İlk görevim; Atatürk’ün gerek ilk konuşmamızda, gerek sonrakilerinde hep sözünü ettiği; teknisyenler, makinistler, uzman işçiler, yetiştirmek üzere; okullar açmaktı. Ve ilk iki okulumuzu Ankara’da; ‘Ziraat Makinist Mektebi’ ve ‘Alet-i Ziraiyye mektebi’ adlarıyla açtık. Bu okullar tarım alanında gerçekten değerli teknisyenler yetiştirmiştir. Sonraları Türkiye’nin muhtelif yerlerinde açılan, diğer tarım okullarının çok yararlandığı yerler olmuştur. Ankara’da okullar ve tezgahlar düzenle işlerken, Atatürk bana şahsen Adana’ya gitmem için emir verdi. 1925 başlarında Adana’da açtığımız ‘Ziraat Okulunu’ ziyarete geldiği zaman, ellerimi sıkarak, bizi yanında bulunan Fevzi Çakmak ve Şükrü Kaya’ya ‘İşte benim Macarlarım’ diyerek takdim etti, uzun uzun övgülerde bulundu. 1930’a kadar Adana’da kaldıktan sonra tekrar Ankara’ya çağrıldım. Pulluk, tırmık ve savurma gibi aletleri imal edecek ilk büyük Alet-i Ziraiyye fabrikasını o sıralar, Gazi Orman Çiftliği’nde kurduk. Fabrika Müdürlüğünü ben yönetiyordum. 1941 yılı sonuna kadar Ankara’da kaldım. Sonra Macaristan’a döndüm. Tam 7 yıl sonraydı. 1948 başlarında; Budapeşte’deyken, o zamanın Tarım Bakanı Tahsin Coşkan’dan görev çağrısı alarak yine Ankara’ya geldim. Aynı sahada, yararlı olduğuna inandığım hizmetlerime devam ettim böylece. Atatürk ölmüştü ama eseri inanılmaz bir noktaya varmıştı. 1951 de Ankara’dan Kanada’ya göç ettim.
MUCİZELER
Yanoş Amca oturduğumuz salonun duvarlarını süsleyen İstanbul ve Ankara gravürlerini bir süre seyrettikten sonra devam etti:
Karım Emine’yle ben, aşağı yukarı 20 yıl aranızda kaldık, dilinizi öğrendik. Adetlerinizi, özelliklerinizi ve unutulmaz dostluğunuzu tanıdık. Ama en önemlisi, Atatürk’ün, fabrikaya geldiği ya da Çankaya’ya çağrıldığımız günlerin hatıralarıdır. O’nun bana durmadan tekrarladığı ‘ağır sanayi’ maalesef birçok nedenlerden ötürü varılması zor bir amaçtı. O, ‘gücümüz yettiğince yapsak bile kardır,’ demişti. Pek çok fazlasını gerçekleştirdi. Kadroları, teorisyenleri, tecrübeleri olmayan, parasız bir Türkiye’de; mucize denecek tesisler; bir hamlede kuruluverdi.
Yanoş Amca İstanbul yadigarı bir konsolun en üst gözünden çekip aldığı aile albümünü uzattı bana. Baştan başa Ankara vardı o resimlerde.
Hemen hemen her gece Çankaya’daydık. Sohbetlerin koyulaştığı bir sıra ‘Haydi benim Macarlarım’ diye beni ve karımı yanına çağırdı. Kemanlarımız elimizde olarak tabii. Saatlerce çalardık. En çok Vivaldi’yi bir de Macar folk müziğini isterdi. O unutulmaz günler ve geceler içinde; en yakın dostlarımız, rahmetli Makbule Atadan, Ali Çetinkaya ve Prof. Fuat Köprülü olmuşlardır.
Kaynak: Her Yönüyle Atatürk, Avni Altıner, Milliyet Gazetesi, Yazan: Engin Aşkın