Asım Gündüz

“Milli mücadele; o mücadelenin içinde olmayanların kavrayamayacağı bir mucizedir. İman, azim ve vatanseverliğin şahlanışıdır. Mustafa Kemal, bu mucizenin tek ve gerçek kaynağı idi. Bu umutsuz dönemlerde O, bizim için umut ve sığınma kaynağı olmuştur. Daima sakin, vakur ve alçakgönüllüydü. Mareşal (Fevzi Çakmak), İsmet (Iİnönü) Paşa, ben ve ötekiler her şeyin bittiğini sandığımız zamanı yaşadık, O, aramızda bir istisna idi. Milletimizin yüceliğine, canlılığına güvenini bir an için olsun kaybetmiyordu. Milletler, böyle ölüm-kalım anlarında bağırlarından çıkardıkları müstesna değerlerin kişiliğinde umutlarını mihraklaştırırlar. Bu günkü kuşaklar, bilmelidir ki Türklüğün milli mücadeledeki bu eşsiz şahsiyetinin adı Mustafa Kemal’dir.”

Bu sözler, O’nun harp okulundan sınıf arkadaşı, daha sonraları silah ve dava arkadaşı Orgeneral Asım Gündüz’ündür. Orgeneral Gündüz, Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı’ndan başlayarak döğüşe döğüşe gelip milli mücadele saflarına katılmış, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık meydan savaşlarında cephe kurmay başkanlığı görevlerini yürütmüştür.

Savaşın kazanılmasından sonra da Cumhuriyet ordularının kurulma, yükselmesinde ve Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesinde O’nun en yakın çalışma arkadaşları arasında yer almıştır.

Orgeneral Gündüz, okul çağına dayanan ve O’nun kadirbilirliğini gösteren bir anısını şöyle anlatıyor:

“Sınıfta bir dergi çıkarıyorduk. Derginin kurucusu Mustafa Kemal’di. Ben, sınıf kıdemlisi olarak derginin ve dergi çalışmalarının koruyucusuydum Bir dergi çıkarılmakta oluşu ve derginin yayınları saraydan duyulmuş ve komutan sıkıştırılmıştı. Okul Nazırı Ali Rıza Paşa, sınıf başçavuşu olarak bir kaç defa beni çağırmış ve tatlı sert çıkışmıştı: 

– Oğlum, başçavuş demek, yönetimin gören gözü, duyan kulağı demektir. Asım Efendi, sen görevini yapmıyorsun. Buralarda bir çok şeyler dönüyormuş. Kimdir bu fesatçılar?..

Bu koşullar altında arkadaşları ele vermem olanaksızdı. Çünkü, bir çok tıbbiyelinin ya ayakları parangalanarak denize atıldığını veya Fizan’a sürüldüklerini biliyordum. Ali Rıza Paşa, uyanık bir kişi idi. Benim inkar edişimin manasını anlıyordu. Hatta, bizleri koruyan sınıf arkadaşlarımızı da bilmekte idi. Ama, gidişten ve memleketin sürüklendiği dar boğazdan o da memnun değildi. Fakat, ne yapsın ki, gidişe “dur” demek olanağına sahip değildi. Bir süre geçtikten sonra, dergi başta olmak üzere, sınıfta olup bitenlerden haberdar olduğunu, fakat bilerek görmemezlikten geldiğini bir olayla açığa vurmuştu. Bir gün sınıfta yine dergimizi hazırlıyorduk. Ali Rıza Paşa ansızın odaya girdi. Bununla bizlere “Her şeyi biliyorum, ama sizleri haksız bulmuyorum” demek istiyordu.

Aradan yıllar geçmiş, milli mücadele sona ermiş, ben Genel Kurmay İkinci Başkanı olmuştum. Cumhurbaşkanı Atatürk, bir gün Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ı ziyarete gelmişti. Birden:

– Mareşalim, dedi. Bu Asım benim gadrime çok uğradı. Bir kaç defa, Abdülhamit yönetiminin acımasız elinden beni kurtardı, demişti.”

Mustafa Kemal Paşa’nın hepimizce bilinen, kurtuluş savaşındaki attan düşüp kaburga kemiklerinin kırılması olayını o anda yanında bulunan Asım Gündüz şöyle anlatıyor:

“Aldığımız haberler, Yunan kuvvetlerinin Ankara üzerine büyük bir taarruza hazırlandığı merkezindeydi. Araziyi gerektiği kadar değerlendirecek bir harita bulamayan Başkomutan, bizzat karargahımıza gelmişti. Gazi, Mareşal (Fevzi Çakmak), İsmet (İnönü) Paşa, ben ve yeteri kadar istihkâm subayı ve teknik personel ile araziye çıkmıştık. Öğle molası vereceğimiz köyün güneyindeki tepe üzerinde durmuş, harita üzerinde durumu tartışmış, görüşmüştük. Mustafa Kemal çok düşünceliydi. Bir şeye karar vermek durumunda olduğu anlaşılıyordu. Biraz sonra beyaz atını getirdiler. Mustafa Kemal Paşa, bir yandan atına biniyor, bir yandan da gözleriyle bir şeyler arıyordu. O anda, O’nun kafasında, bir ihtimalin fırtınalaştığına kuşku yoktu. Bakışlarıyla ilerideki engebeli tepeleri tarıyor gibiydi. Galiba savunma hattını buraya almayı düşünüyordu. İşte bu dalgınlıkla, atına atlamak üzere iken, ayağı üzengiden kaydı ve yüzüstü yere düştü. Hepimiz şaşırmıştık. Atı bile, yaptığından utanmış gibi donmuş kalmıştı. O’nun baygın yatışı hepimizi telaşlandırmıştı. O sessiz durum içinde Fevzi (Çakmak) Paşa bağırdı:

– Çabuk, bir matara su verin…

İsmet (İnönü) Paşa heyecan içindeydi ve etrafındakilere:

– Ne duruyorsunuz, diyordu. Hemen bir doktor bulunuz..

Bu arada, bir süvariyi, en yakın kıtaya göndermiş ve doktor istemişti. Biraz sonra Mustafa Kemal Paşa kendisine gelmişti. Dudaklarında her zamanki emniyet ve tebessüm ile bizleri süzüyor ve:

– Yok, yok diyordu. Bir şey yok. Telaş etmeyin… İşimize devam edelim. Bakınız hiçbir şeyim yok, görüyorsunuz..

Gerçekte ızdırabı vardı. Bir taş parçası kaburga kemiğini kırmıştı. Acısım belli etmemeye çalışarak ayağa kalktı, atının başını okşadı. Sanki onu da teselli ediyor gibiydi.“

O günlerde cephe karargahında bulunan Halide Edip Adıvar, olaydan sonra O’nu ziyaret izlenimlerini “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı yapıtında şöyle anlatır:

“Mustafa Kemal Paşa, oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi. Paşa’ya doğru kalbimde mutlak bir hürmetle gittim. O mütevazı odada, bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını simgeliyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret O’nun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamazdı. Gittim, elini öptüm.”

Orgeneral Asım Gündüz’ün Yakup Şevki Sübaşı ile ilgili bir anısı da şöyle:

“Yakup Şevki (Sübaşı) Paşa, Büyük Taarruz hazırlıklarında da, ölçülü davranışının sonucu olarak, hemen harekete geçilmesine karşı çıkmıştı. Fakat, Başkomutan’ın kesin kararı karşısında, zayıf bırakılan ordusunu büyük bir komuta olgunluğuyla yönetmiş ve istenenden fazlasını vermişti.

Yakup Şevki Paşa, bu kadar hazırlıktan sonra Yunanlıların Afyon-Eskişehir hattından kolay sökülemeyeceğine inanıyordu. Dumlupınar Başkomutanlık meydan savaşından sonra Yunanlıların kaçışı karşısında, Eşme’de: “Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir, ileri!” emrini veren Başkomutan’a gelerek:

– Mustafa Kemal Paşa, demişti. Ver elini öpeyim… Sağ ol… Ben, bunların bu duruma düşeceklerini hiç kestirememiştim…

Bu büyük jest karşısında Başkomutan Mustafa Kemal:

– Aman estağfurullah Paşam… demişti. Ben, sizin ellerinizi öperim. Sizlerin yardımıyla düşman bu hale geldi memleketi kurtardık…”

Asım Gündüz, savaştan sonra İngiliz Donanması’nın Kuşadası’na gelişleri ve buna karşı Atatürk’ün gösterdiği tepki ve aldığı önlemleri şöyle anlatır:

“Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri, Akdeniz’de dolaşan İngiliz Donanması’na bağlı gemiler Kuşadası’na geliyor. Tayfalar elini kolunu sallaya sallaya sahile çıkıyordu. Cumhuriyet döneminde de yine bir İngiliz Donanması Kuşadası’na yanaşmış ve tayfalar karaya çıkmak istemişti. İngiliz askerleri karaya çıkınca Mehmetçik hemen silâha sarılmış ve ateş açmıştı. Bütün İngiliz gazeteleri ateş püskürüyordu. Atatürk, olayı öğrenince Mareşal ile beni çağırmış ve:

– Mareşalim, demişti…. İzmir bölgesinde hemen bir manevra yapılması için emir veriniz!..

Aynı gece Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a da şu talimatı veriyordu:

– İngiliz Elçisi size gelince tek kelime konuşmasına fırsat vermeden, izinsiz olarak bir memleketin kıyı ve limanlarına girmek Devletler Hukuku’nda yazılı mıdır? Yoksa İngiliz İmparatorluğu sömürgeciliğe doyamamış da topraklarımıza tecavüz arzusu mu göstermekte ve bir savaş bahanesi mi aramaktadır? diye siz onu sorgu yağmuruna tutarsınız. Bu suretle elçinin hazırlıklarını boşa çıkarırsınız. Eğer özür dilerler, bir yanlışlık oldu derlerse sorunu kapamaya çalışın…

Gerçekte de Atatürk’ün dediği gibi olmuştu. İngilizler, önce yüksek perdeden konuşmaya kalkmışlar, fakat bizim İzmir Müstahkem Mevki Birlikleriyle Balıkesir’den II., Afyon’dan I. Kolorduları harekete geçirmemiz üzerine yelkenleri indirmek zorunda kalmışlardı.

Anlaşılıyor ki İngilizler, Mustafa Kemal Paşa’nın 1919 Mayısı’nda Amasya’da o günkü koşullar altında büyük bir olay olan İngiliz temsilcisini tutuklatmasını, yine Erzurum Kongresi sıralarında bir İngiliz Albay’ını, ileri geri konuşması karşısında, kapı dışarı etmesini, 10 Eylül’de İzmir’e girişinde görüşmek isteyen bir İngiliz Albay’ını, muhatap saymayarak geri çevirmesini ve nihayet İstanbul’u terketmek zorunda kalışlarını unutmuş olacaklardı.”

Emekliliğinden sonra milletvekilliği görevinde de bulunmuş olan Orgeneral Asım Gündüz’ün yaşantısı 15.1.1970 günü son bulmuştu.