Onun Arkasından Daha Çok Ağlayacağız, Muhiddin Birgen, Son Posta
Onun Arkasından Daha Çok Ağlayacağız, Fakat Bu Ölüm Yeis Veremez, Muhiddin Birgen, Son Posta 11 Kasım 1938
Bazı büyük hâdiseler vardır ki bunların karşısında insanlar için söylenecek söz ve duyguları ifade edecek kelime bulmak güçtür. Dün sabah saat dokuzu beş geçe dünyanın en büyük hâdiselerinden biri vukua geldi: Atatürk öldü. Bu hâdise karşısında sade bizler, yani O büyük Adam’ın küçük vatandaşları değil, bütün dünya müteessir olacak ve heyecandan benim gibi söyleyecek söz bulamayacak.
Şu satırları yazarken kulaklarım öğle neşriyatını dinlemek üzere radyoların etrafına toplanmış olan bütün bir milletin hıçkırıklarını duyuyor. Bu hıçkırık hengâmesi içinde kendimi ve kendimizi teselli edebilmek üzere kelime bulmak imkânsızdır.
Dün bu büyük tarih hâdisesi her tarafta gözyaşları dökülmeye başlandığı sırada evvelâ kimse haberlere inanmak istemedi. Onun ölmüş olmasını kimse bir türlü kabul edemiyordu. Fakat acı hakikat o kadar kat’î idi ki, inanmaktan başka çare kalmadığı zaman, bütün ruhlar ve nihayet dünyanın en büyük hakikati olan ölüm karşısında bütün başlar tevekkülle öne eğildi. Bir an içinde bütün takatları tüketen, bütün vicdanları isyana sevkeden, bütün gözleri sıcak gözyaşlarıyla şişiren bu inanılmaz ölüm eğer insanların hayat karşısında mağlubiyetleri demekse bu, Atatürk’e hiç yaraşmayan bir şeydi. Bütün ömründe yalnız muzafferiyeti ve yalnız galebeyi düşünmüş ve bunları daima avucunun içinde tutmuş olan dünya kadar kuvvetli bir varlığın mağlup olması ne acıklı ve ne feci bir mağlubiyet olurdu. Atatürk bu mağlubiyeti kabul etmemek için her şeyi yaptı. O hiç affetmeyen gaddar hastalığa mağlup olmamak için ruhunun bütün kuvvet ve enerjisiyle ölüme karşı koydu. Biz fanileri kolayca alıp götürebilecek olan bu hastalıkta onun tükenmeyen ruhî kudreti çok uğraştı. Fakat heyhat Atatürk hayatında iflîve son defa mağlub oldu, Ölümle karşı karşıya, pençe pençeye bir Türk kahramanına yakışacak tarzda uğraştıktan ve boğuştuktan sonra… Hayır hayır Atatürk mağlub olmuş sayılmaz. Bu ölen büyük insan artık hayatın hudutlarından çıkıp tarihin ebediyetine geçmiş olan Türklerin sevgili Atatürk’ü mağlup olmuş değil, ölümü ile de bize bir misal vermiştir.
Ölüm meleği karşısına gelip hayatın değişmez kanununu kendisine tebliğ edinciye kadar hastalıkla kahramanca mücadele eden bu büyük Türk, kanunî bir emir karşısında kalmamış olsaydı kendisini teslim etmezdi. Kanun! Kanun! Buna karşı muhalefet edilemezdi. Gözlerini kapadı ve teslim oldu. Evet Atatürk hastalığa mağlup olmadı, kendisini mağlubiyet demek olan bir ölümün pençesine teslim etmedi; sadece kanuna itaat etti. Kahramanca yaşayan ve her şeyle kahramanca dövüştükten sonra kahramanlar gibi ölen bu en büyük Türk’ün manevî varlığı huzurunda hürmet ve teslimiyetle başlarımızı eğelim, onu içimizin en derin köşesinde bütün yaptığı ve yarattığı şeylerle birlikte hatırlıyarak onu kendimizde ve kendimizi onda görelim. O, Türk milletinin şahlanmış imanı, kırılmaz iradesi ve tükenmez enerjisi idi. O, bizim içimizden çıkmıştı, gene bizim içimize girdi.
Atatürk öldü. Arkasından ağlarız ve çok zaman ağlayacağız. Fakat bu ölüm bize yeis veremez. Çünkü ne o bizden başka bir şeydi, ne de biz ondan ayrı olduk.
Vatandaşlarım ağlamasınlar, Atatürk ölmedi.
Atatürk tekrar millet arasına karıştı.
Atatürk bizim her nefesimizde yaşıyor ve bizim kalbimizin her darbesinde Atatürk’ün kalbi hâlâ çarpıyor, hâlâ hâlâ, ve ebediyete kadar…