Arkadaşının Ağzından Atatürk
Yazan: Kazım Özalp
Atatürk ile 67 yıl önce Manastır Askeri İdadisinde tanıştım. Benden bir sınıf ilerde ve sınıfının en çalışkanı ve zekisi idi. Çok çalışır ve arkadaşlarını da çalıştırırdı. Daha o zaman hükümetin idaresini tenkit eder, tarih hocamız Tevfik Bey Roma İmparatorluğu’nun inkıraz bulması sebeplerini anlatırken Mustafa Kemal bunu Osmanlı İmparatorluğu‘na benzetir, bu idarenin de inkıraza doğru gitmekte olduğunu söylemekten çekinmezdi.
Hocaları ve arkadaşları tarafından çok sevilirdi. Sıhhatli ve neşeli idi. Koşmak ve atlamak gibi oyunlara katılmaz yürür ve kendi kendine idmanlar yapardı. Cuma tatillerinde Manastır’da Kavaklaraltı kahvehanesine arkadaşlar ile beraber gider, orada tavla oynar, konuşurduk. Harbiye ve Erkanıharbîye Okullarında da beraber bulunduk. Buralarda da değerli vasıflarını göstermiş, memleket işleriyle de ilgilenmekten geri kalmamıştır. Sultan Hamit’in ve Hükümetinin aleyhinde konuşur, bu idarenin yıkılması için gizli faaliyetlerde bulunurdu. Bu yüzden Erkâniharbiye Okulunu bitirdiği sene tevkif edilerek Beşinci Orduya sürülmüştü.
Selânik’te bulunduğumuz zamanlarda rütbesi Kolağası idi, Erkânı- harbiye hizmetlerinde ve çeşitli vazifelerde beraber çalıştım. Daha gençliğinde onun üstün kabiliyette olduğunu gösteren davranışları vardı. 31 Mart isyanının bastırılması için Rumeli’den tertiplenen hareket ordusunda önemli vazife almıştı. 1910 da Arnavut isyanı tenkili için oralara giden Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın karargâhında da beraber bulunduk. Mahmut Şevket Paşa, orduda yapmayı düşündüğü İslahattan bahseder, mütalâalarımızı sorardı. Bir gün orduda kıyafet hakkında ne düşündüğümüzü sordu. Herkes bir şey söyledi. Mustafa Kemal Fesin hiç pratik olmadığı, şapka giydirilmesinin uygun olacağı mütalâasında bulundu. Mahmut Şevket Paşa bunun ifadesinin bile mahzurlu olduğunu, ancak siperliksiz başlık düşünülebileceğini beyan ederek sözü kesti.
İşte Mustafa Kemal, daha o zaman böyle düşünür ve söylerdi. O, 1908 Meşrutiyeti İdaresinin Türk milletini lâyık olduğu medeniyet seviyesine yükseltemeyeceğini anlamıştı. Türlü tenkitlerde bulunuyor, millî hâkimiyete dayanan bir idare düşünüyordu. Birinci Cihan Harbi’nde, Çanakkale’de gösterdiği yararlık ve başarılardan ötürü milletimizin çok sevgi ve güvenini kazanmıştı. Yunan istilâsına karşı vatanı savunmaya kalkışan millî kuvvetlerimizin başına geçti, dahiyane sevk ve idaresi ve milletimizin sonsuz fedakârlıkları sayesinde vatanımızın kurtarılmasını sağladı, ama her iş bitmiş değildi. Türk milletinin cihan önünde itibarını yükseltmek için ortadan kaldırılması gereken birçok engeller vardı. Onun örnek vasıfları içinde inkılâpçılık başta gelir. 23 nisan 1920’de Ankara’da toplanacak Birinci Büyük Millet Meclisi için seçim yapılmasını tebliğ ettiği zaman bir sualime cevap olarak yazdığı şifreli telgrafta bunun bir müessesan meclisi olacağını, fakat bu kelimenin şimdilik telâfuz edilmemesini bildirmişti. Bundan, Cumhuriyete doğru gitme kararında olduğunu anlamıştım.
Yunan ordusu memleketimizden çıkarıldıktan sonra saltanat ile hilâfetin ayrılması için teşebbüse geçti. Büyük Millet Meclisi bu kararı vermekle millî hâkimiyet esası kurulmuş oluyordu. Bu, Cumhuriyet’ten başka bir şey değildi; fakat tam şekli ile Cumhuriyet ilânı için müsait zamanı bekledi. Düşündüğü inkılâpların her birini dikkatle hazırlar ve zamanı gelince cesaretle tatbik etmekten çekinmezdi. Cumhuriyet rejimini kurdu, batı medeniyetini Türkiye’ye yerleştirmek azminde idi. Bütün kuvvetiyle çalıştı, sağlam ve kuvvetli idi. O arkadaşlar arasında kuvvet denemeleri yapar, üstünlükler gösterirdi, hastalıklı değildi; hafif rahatsızlıkları ayakta geçirir, hastalık yatağına girmekten kaçınırdı.
1937 yılında mukavemeti azaltmaya başladı, vücudunda rahatsızlıklar hissettiğini söylüyordu. Bu hallerin vahim bir hastalığın başlangıcı olduğunu ilk zamanlarda anlaşılmamıştı; fakat sonraları doktorlarımızın ve Fransadan getirilen mütehassıs doktor Fisenje’nin muayeneleri neticesinde hastalığın (Siroz) olduğu anlaşıldı, fakat günden güne takati kesildi, yatağa girmemek istiyor, ama hastalık ilerliyordu, nihayet Savarona yatında istirahate çekildi.
Bu halde iken bile memleket işleri ile meşgul olmaktan geri kalmazdı. Yatta onun yanında vekiller heyeti toplantıları yapılır, yatağında yorgun hali ile fikirlerini söylerdi. Ben o zaman Millî Müdafaa Vekili idim. Bir toplantıdan sonra yalnız yanında kalmamı işaret etti. Hastalığının vehametini bildiğini üzüntü ile anlattı. Doktorlara sorarak ve bir kitap okuyarak öğrenmişti. Teselli için söyleyecek bir kelime bulamadım. «Hatay’ın acele kurtarılmasını istiyorum, Makedonya’da bize karşı yapılan siyasi komite teşkilatını bilirsin. Her ne icap ederse yapın» dedi. Bu sözleri söyledikten sonra rahatlamış bir hali vardı, müsterih olmasını söyledim. Savarona yatından sonra Dolmabahçe Sarayı’na nakil edildi. Cumhuriyetin on beşinci yıl dönümünde hipodromda halka bir nutuk irad etmek istiyordu. Hazırlıklar yapıldı, fakat Ankara’ya gitmeye takati yetmedi.
10 Kasım 1938 günü saat 9.05’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk hayata gözlerini yumdu.
Ölümüne bütün millet ağladı, gençliğe güveni çoktu. Büyük Millet Meclisi’nde bir gün kürsüde konuşurken, «Benim nâçiz vücudum bir gün elbette toprak olacak, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır» demişti. Onun eserini korumak ve ileri yürütmek tesellimiz olacaktır.
10 Kasım 1964, Cumhuriyet Gazetesi
- Falih Rıfkı’yla Pazar Sohbeti…
- 95 Fotoğrafla Türk Kurtuluş Savaşı Albümü