Ankara Mebusu Ali Fuat Cebesoy’un Atatürk’le Bir Hatırası
1919 Şubat ayı sonu:
Mustafa Kemal Paşa’nın evine son defa olarak gitmiştim. Akşam yemeğini beraber yiyecek, dertleşecektik. Beni karşılarken:
– Rauf Bey’i (Rauf Orbay’ı) de çağırdım, demişti.
Hüseyin Rauf Bey’den saklı hiçbir şeyimiz yoktu. Bu temiz kalpli vatanperver arkadaşımız bizimle beraberdi. Akşam yemeğinden sonra saatlerce konuştuk. Kemal Paşa eğer bir vazifeye kendisini tâyin ettiremezse, Anadolu’da en itimat ettiği bir kumandanın yanına gideceğini ve ilk defa işe oradan başlayacağını söylüyordu:
– Paşam ben ve kolordum emrindededir, dedim.
Mavi gözlerinin nasıl bir ışıkla parladığını tarif edemem.
Yerinden kalkıp hararetle elimi sıkmıştı:
– Beraber çalışacağız Fuat.
Kaynak:Ulus Gazetesi, 23 Nisan 1962
Ali Fuat Cebesoy’un ölümü sonrası Nadir Nadi’nin Medenî Bir Adam başlıklı yazısı
Ali Fuat Cebesoy’u tanıdığım zaman tam 12 yaşımda idim. Kurtuluş Savaşı Ankara’sının Atatürk’le beraber en temiz giyinen insanlarından biri idi. Çoğu kravatsız, kimi poturlu, kimi sarıklı Meclis kalabalığı arasında Büyük Komutana, çocuk aklımla, en yakıştırdığım «mücadele arkadaşı» olarak bu haliyle Ali Fuat Paşa’yı görüyordum. Onun içindir ki, sonradan Terakkiperver Fırka’ya girip de inkılâplara, yâni Gazi Mustafa Kemal’e karşı cephe aldığını öğrendiğim Ali Fuat Paşa’yı birden şiddetle yadırgamıştım.
Çok daha sonraları Cebesoy’u daha yakından tanımak fırsatını buldum. 1950 yılı «beyaz ihtilâl» inde D.P. listesinden milletvekili seçilmiştik. İkimiz de bağımsızdık. Meclis koridorlarında, Ankara Palas’ın lokantasında sık sık buluşur, uzun boylu konuşurduk.
Ali Fuat Cebesoy’un pek az kimsede rasladığım kişisel özelliği şu idi: Bu eski asker, bu yaşlı devlet adamı, insanlar arası ilişkilerin özgürlük temeli üzerine oturtulması gereğine inanıyordu. Bu inancın mantıkî sonucu olarak da zıt fikirleri hoşgörü ile karşılamayı şaşmaz prensip edinmişti.
Yıllar boyu onu birçok kez gördüm. Kimi zaman başkalarının da yanında saatlerce konuştuğumuz, tartıştığımız oldu. Ali Fuat Cebesoy’un bir an olsun sinirlendiğini, kızdığını, kendini tutamayıp hoşgörü kurallarına aykırı bir davranışa kapıldığını hatırlamıyorum. O kadar ki, geçmişini bilmeyenler onun bu haline bakarak, «Adam dünyaya metelik vermiyor. Memleket umurunda bile değil» diye düşünebilirlerdi.
Bizim toplumun ne dün, ne de bugün benimseyemediği bu karakter çizgisi Ali Fuat Cebesoy’un zaman zaman aramızda yalnız kalmasına yol açan başlıca etkenlerden biri sayılabilir. Yoksa o, devrimlere karşı olmak şöyle dursun, belki onları, çoğu devrimcilerden daha erken kendine mal etmiş bir dünya görüşünün temsilcisi bulunuyordu. Yanıldığı nokta, bir çağ değişimi demek olan ve aklın egemenliğini hâkim kılmayı amaç edinen büyük çalkantının yurdumuzda demokratik yoldan başarılabileceğine inanması idi.
Terakkiperver Fırka denemesine rağmen bu inanca ömrünün sonuna değin bağlı kaldığını sanıyorum.
D.P. iktidarı ile C.H.P. muhalefetinin arası pek açıldığı bir şırada araya girip durumu düzeltmek istedi.
– Biz bağımsızların görevi, demokratik sistemin normal işlemesine yardım etmektir. Başbakandan rica edelim, gelsin, konuşalım. Bu krize mutlaka bir çözüm yolu bulmalıyız! Diyordu.
Başbakanla görüşülürse sağduyunun galip geleceğine yürekten inanıyordu. Böyle bir teşebbüsten olumlu bir sonuç alınacağına zerrece ihtimal vermemekle beraber, kendisine karşı beslediğim saygının tesiri altında onu yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı.
Adnan Menderes’ten bizimle bir öğle yemeğimizi paylaşmasını rica ettik. Ankara Palas’ın bir odasında bir gün sekiz – on kişi buluştuk. Başbakanın yanında, aldanmıyorsam, galiba, o zaman Basın Yayın Bakanı olan Doktor Mükerrem Sarol da vardı.
Yemekte Ali Fuat Cebesoy, protokol kurallarına abartmalı bir biçimde uyarak konuşuyor, Menderes’e hitap ederken her defasında «zat-ı devletleri» demek suretiyle onu yumuşatabileceğini umuyordu. Söylemek istediği ve kibar, süslü cümlelerle pek güzel de söylediği, demokratik düzenin korunmasında iktidara düşen sorum payının önemi idi. Bu sorum çok büyüktü. İktidar ancak hoşgörü sayesinde bu ağır yükü taşıyabilirdi. Menderes, Paşa’nın sözlerini saygı ile dinliyor, fakat muhalefet hakkında ileri sürdüğü yerici fikirlere bakılırsa, yapılan telkinlere hiç uymak niyetinde olmadığını açıkça belli ediyordu.
Ayrıldığımız zaman ben, buluştuğumuzda olduğu gibi, kötümserdim. Cebesoy ise, gülümser haline bakılırsa, başlangıçtaki iyimserliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Onu 27 Mayıs’tan sonra da görmeyi, o günden bu yana geçen olaylar üzerinde düşündüklerini öğrenmeyi ne kadar isterdim. Gerçi Paşa ile bu yakınlara kadar birkaç kere karşılaştık. Ama özlediğim sohbeti nedense her seferinde bir başka güne erteledim. Seksenbeş yaşına rağmen dinçti. Her zaman tertemiz elbiseleriyle Mecidiyeköy’de sık sık uzun yürüyüşlere çıkardı.
Ölecek adama benzemezdi.