Anıtkabir… Ve Öyküsü
Ankara’da tüm görkemiyle dünyaya bakan Anıtkabir, bir ulusu yeniden ayağı kaldıran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e, ulusunun sevgi ve saygısını simgelemektedir.
Tarih boyunca insanlar yitirdikleri sevdikleri kişilerin anısına görkemli mezarlar yaptı. İÖ 2’nci yüzyılda yazar Sidon, Dünyanın Yedi Harikası’nı sıralarken bunların arasında Mısır piramitleri ve Bodrum’da bulunan Kraliçe Artemisa’nın ölen eşi Mausolos için yaptırdığı anıt mezarlar da vardı.
Her yıl binlerce yerli yabancı gezginin gelip gördüğü, uykusuz kalarak sabah güneşinin doğuşunu izlediği Adıyaman Nemrud Dağı, Çin Seddi’ni yaptıran Qin Shi Huang Di için yaptırılan 1400 metre uzunluğunda içinde altıbin pişmiş toprak figürün bulunduğu anıt mezar, öyküsünü Bütün Dünya’da okuduğumuz Hindistan’daki Cihan Şah’ın eşi için yaptırdığı Tac Mahal ölen kişilere olan sevginin saygının anıtsal dile getirilişi oldu.
Türkiye’nin başkenti Ankara’da tüm görkemiyle dünyaya bakan Anıtkabir tarih sahnesinden silinmenin eşiğine gelen bir ulusu yeniden ayağa kaldıran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e sevgi ve saygıyı dile getiriyor.
Ölüm, insanın kanını donduran bir sözcük. Fakat Atatürk için ulusa hizmet vardı. Ölüm bunun yanında bir hiçti. Çanakkale’de düşman mevzilerini ters yönden çevirmek isteyen birlik, gemilerin yoğun ateşi karşısında hareketsiz kaldığında Atatürk “Böyle geçilir” diyerek ölümün kuşatmasını yarması, düşman birliklerinden Atatürk’ü öldürmeye yönelik atışlar, patlayan bir mermi parçasının cebinde taşıdığı saati parçalaması, Erzurum’dan Sivas’a giderken eşkiyaların kuşatmasına karşın yola devam emrini vermesi ölüme meydan okuyuştu.
Atatürk 1925 yılında Afyon’da yaptığı konuşması sırasında şunları dile getirdi:
“Arkadaşlar, bu ‘ulusa ve ülkeye hizmet’ görevi bitmeyecektir. Ben toprak olduktan sonra da sürecektir. Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal göreve adayacağım ve onun yüksek sorumluluğunu üzerime almakla mutlu olacağım.”
Bir yıl geçmeden kendisine yönelik İzmir suikastinin gün ışığına çıkarılması ile ortalık karıştığında Atatürk gene her zamanki soğukkanlılığı ve ileri görüşlülüğüyle ulusa seslendi ve “Benim önemsiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti sonsuza değin yaşayacaktır. Ve Türk ulusu güvenlik ve mutluluğunu üstlenen ilkelerle uygarlık yolunda durmaksızın yürümeyi sürdürecektir” mesajını verdi.
Atatürk doğanın yasasının önüne geçilmeyeceğini her canlı gibi bir gün kendisinin de toprak olacağını biliyor, bunu dile getiriyor ve hepsinden önemlisi ölmeyecek bir mirası ulusa bırakıyordu: Atatürk aydınlığı. Onun meşalesi her zaman ulusun karanlık anında yardımına koştu ve koşmaktadır.
10 Kasım 1938’de aramızdan ayrılan Atatürk gömülmek istediği yer konusunda bir vasiyette bulunmadı. Yalnızca 1923 yılında bir sohbet sırasında Çankaya’ya gömülmek istediğini dile getirdi. Bu konuda da ısrarcı değildi ve “Ulusum beni nereye gömmek isterse oraya gömsün” dedi.
Ona yakışır bir anıt mezar yapımı düşünüldü. Önce Anıtkabir inşaatının yapılacağı yerin bulunması için özel bir komisyon kuruldu. Komisyon 6 Aralık 1938’de yaptığı ilk toplantıda Anıtkabir konusunda yerli ve yabancı bilim adamlarının düşüncelerinden yaralanılması, Türkiye’de çalışmalarını sürdüren ve Ankara imar planını hazırlamış olan şehircilik uzmanı Prof. Jahsen’in, TBMM binası mimarı Prof. Holzmeister’in ve Dil Tarih Coğrafya Fakültesi binası mimarı Prof. Taut’un görüşlerinin de alınmasını kararlaştırdı. Bu bilim adamlarının katılımıyla komisyon ikinci toplantısını 16 Aralık 1938’de yaptı. Önerilen yerler şunlar oldu: Çankaya, Etnografya Müzesi, TBMM’nin arkasındaki tepe (Kabatepe), Ankara Kalesi, Bakanlıklar (Milli Eğitim Bakanlığı için ayrılan arsa), Eski Ziraat Mektebi, Gençlik Parkı, Altındağ (Hıdırlık Tepe), Gazi Orman Çiftliği. Önerilen yerlerin tarihi ya da yeşil alanlar olması, kent merkezinde ya da merkeze çok uzak olması gibi nedenlerle uygun bulunmadı.
17 Ocak 1939 tarihli son komisyon toplantısında, Trabzon Milletvekili Mithat Aydın Anıtkabir’e yakışır yer olarak gördüğü Rasattepe’nin, özelliklerini anlattı. Tepe kentin ortasında ve buraya yapılacak Anıtkabir’in uzaklardan görünmesini sağlayacak denli yüksekti. Komisyon üyelerinden Kütahya Milletvekili Süreyya Özgeevren ise Rasattepe’nin Anıtkabir için çok elverişli özelliklerini anlatarak sözlerini şöyle bitirdi:
“Rasattepe bugünkü ve yarınki Ankara’nın genel görünüşüne göre, bir ucu Dikmen’de, öteki ucu Etlik’de olan bir hilalin tam ortasında, bir yıldız gibidir. Anıtkabir’in burada yapılması kabul edilirse, Türkiye’nin başkenti olan Ankara kenti, kollarını açmış Atatürk’ü kucaklamış olacaktır. Atatürk’ü böylece bayrağımızdaki yarım ayın yıldızının ortasına yatırmış olacağız.”
Komisyonda söz alan İçel Milletvekili Emin İnankur da Atatürk’le yaptıkları bir kent gezisinde Rasattepe’ye gittiklerini, Atatürk’ün buradan kenti seyredip “Bu tepe ne güzel bir anıt yeri” dediğini anlattı. Bu açıklamalardan sonra Anıtkabir’in Rasattepe’ye yapılması büyük çoğunlukla kabul edildi.
Yerine karar verildikten sonra komisyon Anıtkabir’de bulunması gereken genel nitelikleri belirledi.
Bu ilkeler, Anıtkabir proje yarışması şartnamesinin temeli oldu. Anıtkabir Serbest Proje Yarışması şartnamesi uluslararası mimarlar tüzüğüne uygun olarak Türkçe ve Fransızca olarak hazırlandı ve hükümet tarafından 1 Mart 1941 tarihinde yarışma açıldı. Yarışmanın açıldığı yıl, İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı, en çetin zamanıydı. Avrupa’nın, Asya’nın ve Afrika’nın bir bölümü savaşın içindeydi. Dünya alev alev yanıyordu. Yarışma süresi 8 aydı. Bu kısa sürede Anıtkabir projesinin yetiştirilemeyeceği anlaşıldığından Bakanlar Kurulu tarafından süre 4 ay daha uzatıldı.
Yarışma için hükümetçe, uluslararası tanınmış yerli ve yabancı sanatçılar ve Bayındırlık Bakanlığınca belirlenen yüksek mimarlardan oluşan tarafsız bir jüri oluşturuldu. Yarışma umulandan daha fazla ilgi gördü. Yarışmaya Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsveç, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 47 proje katıldı. Bu projelerden 3 tanesi Almanya’dan Prof. Johannes Kruger, Prof. Emin Onat ve Doç. Orhan Arda ve İtalya’dan Prof. Arnaldo Foschini’nin tasarımları ödüle, 5 tanesi ise; İsviçre’den Ronald Rohn, İtalya’dan Giovanni Muzio, Giuseppe Vaccaro-Gino Franzi, Türkiye’den Hamit Kemali Söylemezoğlu-Kemal Ahmet Aru-Recai Akçay ve Ferudun Akozan-M. Ali Handan’ın tasarımları övgüye değer görüldü.
Jüri, “Ödül verilmeye değer” bulduğu üç yapıttan hiç birini ötekine üstün görmedi. Bu üç yapıttan birini seçme yetkisi Anıtkabir Proje Yarışması şartları gereğince hükümete verilmişti. Hükümet bu konuda yetkili birçok kişinin de düşüncelerini dikkate alarak 7 Mayıs 1942 tarihinde “Yarışmayı kazanan üç proje birçok yönden aynı değerdedir. Fakat bu projelerden Türk mimarlarının yaptığı yapıt, anıta esas teşkil eden milli konuyu daha başarılı ifade etmiştir. Jüri raporunda belirttiği gibi, bu projenin araziye uygunluğu diğerlerinden daha üstündür” gerekçesi ile Türk mimarlarının tasırımının uygulanmasına karar verdi.
Bu karardan sonra jüri raporunda öngörülen değişikliklerin yapılması için yeni bir komisyon kuruldu. Projede yapılacak değişiklikler Prof. Emin Onat ve Doç. Orhan Arda ile görüşülerek kararlaştırıldı. Projede, kale ekseni ve şeref holünün çevresindeki bölümler binanın anıtsal niteliğini kaybettirdiğinden eleştiriliyordu. Prof. Emin Onat ve Doç. Orhan Arda çalışmalarını 7 Ekim 1943’te tamamlayarak komisyona teslim etti. Komisyonun hazırladığı rapor, proje ve maketler Bakanlar Kurulu’nda incelenerek, projenin uygulanmasına 18 Kasım 1943 tarihinde karar verildi. 9 Ekim 1944 tarihinde görkemli bir temel atma töreni ile başladı. Anıtkabir’in inşaası 9 yıllık bir süre içinde 4 aşamalı olarak yapıldı. Ulu Önder’in 15 yıl süre ile kaldığı Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabri 4 Kasım 1953’de açıldı. 4 Kasım’dan 9 Kasım’a dek saygı nöbeti tutuldu. 10 Kasım 1953 günü, ölümünden 15 yıl sonra, Atatürk’ün naaşı ulusunun armağanı olan Anıtkabir’e gözyaşları içinde taşındı. Resmi törenin ardından Anıtkabir halkın ziyaretine açıldı, anıt gece projektörlerle aydınlatıldı. 19 Kasım 1953 günü tam 70.000 kişi Anıtkabir’i ziyaret etti.
1929 yılında kendisini görmek isteyenler ile görüşen Atatürk “Beni görmek demek nasıl olursa olsun yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyor ve duyuyorsanız bu yeter. Sizin için sağlığını, yaşamını adamış olan bu adam sağlıklıdır ve sizin için çalışacaktır. O sizin için yaşıyor. Benim gücüm benim size olan sevgim ve sizin bana olan sevginizdir. Bu ulus, bu ülke yeni yönetim biçimi üzerinde dünyanın en akla yakın bir varlığı olacaktır.”
İnsan ilişkilerinde “kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak” gönüllerimizde taht kuran Atatürk yaşamın mutlulukla dolu olması için izlenmesi gereken yolu da bizlere gösterdi:
“Herhangi bir kimsenin yaşadıkça kıvançlı ve mutlu olması için gereken şey kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Yaşamda tam zevk ve mutluluk ancak gelecek kuşakların onuru, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle davranırken ‘benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı ayırt edecekler mi?’ diye bile düşünmemelidir. Üstelik en mutlu olanlar, hizmetlerinin bütün kuşaklarca bilinmez kalmasını yeğleyecek öz yapıda bulunanlardır.”
Sinem Şahinoğlu – Bütün Dünya, Kasım 2001