Amasya Genelgesi
Samsun’da Anadolu’ya ayak basışından Cumhuriyetin ilânına kadar büyük önderin öyle çileli, öylesine çetin günleri olmuştur ki, bugünkü gençliğin her şeyden önce bunu bilmesi, öğrenmesi gerekir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, o günleri şöyle anlatmıştır:
“Mustafa Kemal’in daima meçhul kalan tarafı, Büyük Zaferi başarmadan önce çektiği azap ve işkencedir. “Devlet batıyor” der. padişah gözlerini kapar. Sorumlular dudak büker. Emirlerine dert anlatamaz. Devlet ve siyaset adamlarını yola getiremez. Arkadaşlarına söz geçiremez. Kapıları çalar, açılmaz. Bağırır, çağırır, işiten olmaz.”
Fakat O, yolundan ve inancından asla dönmez.
Mustafa Kemal Samsun’a, hasta ve yorgun bir halde gelmişti. Buna rağmen hiçbir güçsüzlük eseri göstermeden bir hafta Samsun’da kaldı. Daha sonra 25 Mayıs 1919’da Samsun’dan Harbiye Nazırlığı’na (Millî Savunma Bakanlığı’na) yazdığı bir raporda şöyle diyordu:
“Gerek kendi incelemelerimden gerek kolordu komutanım ile valilerden aldığım bilgilere göre müfettişlik bölgesi dahilinde asayişsizliğin mevcut olduğunu, fakat bunun Türkler’den değil İtilâf Devletleri’ne güvenen ve onlar tarafından beslenen gayri müslimlerden geldiğini, mevcut Jandarma kuvvetinin asayişi temine yeterli gelmediğini ifade ettikten sonra: Halen Canik (Samsun), Sivas ve Amasya bölgesindeki jandarma ve nizamiye miktarı asayişi temine yeterli değildir. İtilâf Devletleri temsilcileriyle ilişkilerde bulunup sayının artırılmasına muvafakat istenilmelidir.”
Mustafa Kemal, 25 Mayıs 1919’da şikayetleri yerinde incelemek ve tedbirler almak maksadıyla Havza’ya gideceğini bildirerek Samsun’dan ayrılmıştır. Havza’ya vardığında kendisini karşılayanlara şöyle demişti:
“Hiçbir zaman ümit kesmeyeceğiz. Bizi öldürmek değil, diri diri mezara sokmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cesaret belki bizi kurtarabilir. Başka türlü de olsa geriye dönmek ihtimali yok ki…”
Bu, mücadelenin başlangıcı idi. İki gün sonra emrindeki bütün kumandanlara gönderdiği bir emirle:
“Milli Bağımsızlığımızı bozan işgal ve paylaşma gibi olayların bütün millete kan ağlattığını, milletçe acı ve sıkıntımızın dayanılmaz bir hal aldığını, bu olaylara engel olunmasını beklediğimizi tüm dünyaya duyurulmasını” istedi.
Bu haraket geniş yankılara neden oldu. Bunun üzerine Harbiye Nazırlığı Mustafa Kemal’i hemen İstanbul’a geri çağırır (8 Haziran 1919). O, yapılan çağrıya uymayarak ve gitmeyerek, millî teşkilâtlar kurmaya ve halkı bilinçlendirmeye devam eder.
Mustafa Kemal, 13 Haziran’a kadar Havza’da kaldıktan sonra bu defa Amasya’ya geçecektir. Ancak, O burada görüş ve düşüncelerinin bir an önce kişisel olma niteliğinden çıkarılarak bütün milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve yansıtacak bir kurul adına yapılmasını zorunlu görmeye başladı. İşte bu amaçla 21-22 Haziran 1919 gecesi yaveri Cevat Abbas Bey’e bizzat kendisinin söyleyip yazdırdığı meşhur Amasya Genelgesi, ortaya çıkar. Bu genelgeyi Mustafa Kemal’in yanında bulunan Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Albay Refet Bey (Bele), Albay Rauf Bey (Orbay) de imzalar.(bk.Resim: 20).
Ancak genelge, Konya’da bulunan Ordu Müfettişi Cemal Paşa ile Erzurum’da XV. Kolordu Komutanı olan Kâzım Karabekir Paşa’nın da onaylamasıyla tüm ilgililere duyuruldu.
Amasya Genelgesi’nin Türk Kurtuluş Savaşı’nda özel bir önemi vardır. Bu genelge tüm millete vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu açıklamakla birlikte, milletin bağımsızlığının yine milletin azim ve kararının kurtaracağını ifade ediyordu. Genelgede ayrıca, Anadolu’nun her bakımdan güvenli bir yeri olan Sivas’ta millî bir kongrenin toplanacağı, ancak bundan önce 10 Temmuz 1919’da Doğu illeri adına Erzurum’da bir kongre yapılacağı, bu kongre sonucunda seçilen delegelerin Doğu Anadolu’yu temsilen Sivas Millî Kongresi’ne katılacakları belirtiliyordu.
Amasya Genelgesi, Mustafa Kemal’in ilk defa ve kesin bir şekilde niyetini ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu genelgenin yurdun her tarafına gönderilmesi, 9. Ordu Müfettişi olan Mustafa Kemal’in yetki sınırlarını aşması demekti. Halbuki onun yetki alanı 9. Ordu bölgesi ile ona sınır olan illerdir.
Bu gelişmeler ve olaylar üzerine, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal onu görevden aldığı, hiçbir resmi yetkisinin kalmadığı ve kendisiyle hiçbir resmî ilişki kurulmaması konusunda sivil ve askerî makamlara bir genelge göndermiştir (23 Haziran 1919).
Mustafa Kemal, sadece padişahtan buyruk alabileceğini belirterek “Beni bu göreve atayan odur. Beni bu görevden ancak o alabilir.” demiştir.