Ali Şükrü Bey Olayı
Ali Şükrü Bey, 1884 yılında Trabzon Beşikdüzü’nde doğdu. İlköğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra 1898’de Heybeliada Bahriye Mektebi’ne girdi. 1902’de Bahriye sınıfını bitirdikten sonra Mekteb-i Harbiye sınıfına geçen Ali Şükrü Bey, 1903 yılında eğitim için İngiltere’ye gönderildi. 1904’te eğitim hayatını tamamlayarak teğmen rütbesiyle mezun oldu ve Deniz Kuvvetleri’ne katıldı. 29 Ekim 1905’te üsteğmenliğe yükseldi. 3 Eylül 1907 yılında ise Mesudiye Zırhlısı Seyir Subay Yardımcılığı görevine getirildi. 27 Nisan 1911’de Bahriye yüzbaşısı olan Ali Şükrü Bey Sultaniye, OrhaniyeGemileri, Yarhisar Torpidosu ve Nevşehir Gambotu Seyir Subayı görevlerini de yaptı. Daha sonra Deniz Müzesigörevlisi olarak da çalıştı ve bu görevi sırasında askerlikten istifa etmek istedi. Ancak Balkan Savaşı nedeniyle bu isteği kabul edilmedi. Bu teklifi Balkan Savaşı’nın sonrasında kabul edildi ve 13 Haziran 1914’te istifa ederek meslekten ayrıldı.(1) Evli ve üç çocuk babası olan Ali Şükrü Bey’in ailesi Soyadı Kanunu’ndan sonra “Doruker” soyadını aldı.(2)
Askerlikten ayrıldıktan sonra “İdmân” dergisinde spor içerikli yazılar yazan Ali Şükrü Bey, I. Dünya Savaşı sonlarında kendi adını taşıyan “Ali Şükrü Bey Matbaası’nı” da kurarak basın hayatına da girdi. Çeşitli makaleler, sosyolojik eserler kaleme almasının yanında iyi derecede İngilizce bildiği için bu dildeki eserlerden tercümede yaptı.(3) Ali Şükrü Bey kişi dokunulmazlığının ve özgürlüğünün yanında basın ve fikir özgürlüğünden yanaydı. TBMM’nin kurulmasından sonra milletvekilliği görevi yapan Ali Şükrü Bey Meclis’teki bir konuşmasında bu fikrini şöyle dile getirmekteydi:
“Bendeniz diyorum ki; memlekette hürriyet-i matbuat olmazsa ve bilhassa hürriyet-i fikrîye olmazsa o memleketin terakkisi demeyeceğim, hatta bulunduğu mevkiin muhafazası bile imkân haricindedir. Bulunduğu mevkii muhafaza edemez ve daima inhitat eder, daima geri gider. Sonra efendiler; fikir zincirlenemez. Fikri zincirledim zannedenler kendilerini aldatırlar.”(4)
Ali Şükrü Bey, İstanbul Meclisi Mebussan üyelerinden I. Büyük Millet Meclisi’ne katılan milletvekillerinden birisiydi.(5) Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin adayı olarak girdiği seçimde 234 oy ile Vakfıkebir kazasından Trabzon mebusu seçildi.(6) Meclis’te Misakı Millî’nin kabul edilmesinde etkisi oldu.(7) Meclis’in kapatılmasından sonra Ankara’ya giderek Milli Mücadele’ye katılan mebuslardan birisidir. 1914’de Osmanlı ordusunda askeri alanda hizmet veren Ali Şükrü Bey, 23 Nisan 1920’de Ankara’daki TBMM’de Trabzon Mebusu olarak yer aldı ve Milli Mücadele’ye hizmetini siyasi alanda yapmaya başladı.(8)
Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasının ardından muhalefetteki İkinci Grup içerisinde yer alan ve grubun önemli liderlerinden biri olarak hemen hemen her konuda söz alan Ali Şükrü Bey, 19 Ocak 1923’te çıkardığı “Tan” isimli gazete ile İkinci Grup’un sözcülüğünü üstlendi. Meclis’te Dışişleri, İrşat, Anayasa, Milli Savunma, Milli Eğitim ve İç Tüzük komisyonlarında görev aldı.(9) TBMM’de 37’si gizli oturumlarda olmak üzere 183 konuşma yaparak 6 adet soru önergesi verdi.(10) Ali Şükrü Bey, TBMM açıldığı günden itibaren her vesileyle yaptığı muhalefetlerle dikkat çeken bir mebustu.(11) Ali Şükrü Bey’in muhafazakârlar üzerindeki etkisi büyüktü ve hilafetin devam ettirilmesi taraftarıydı. Saltanat ve hilafetin yerine devletin başına bir başka makamın ve kişinin geçmesini istemiyordu.(12)
1923 yılı başlarında mecliste gruplaşmalar başladı ve bazı Milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhurbaşkanı olmasına karşıydı. Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey de Cumhurbaşkanlığı için güçlü bir adaydı. Cumhurbaşkanının sivil olmasını ve Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına dönmesini istemekteydi.(13) Büyük Millet Meclisi’nde bir grup milletvekili “Mustafa Kemal askerdir, ordu zaferi kazandı artık çekilip gitmelidirler. Onların yeri kışladır memleketi artık biz politikacılar idare edeceğiz!” gibi düşünceler içindeydi.(14) Ayrıca Başkomutanlığın uzatılması önerisi karşısında Mustafa Kemal’in Meclis’in yetkilerini zorla elinden aldığı ve Tekâlifi Milliye emirlerinin uygulanması dolayısıyla da Başkomutanın halka angarya yüklediği ileri sürülmekteydi. Mustafa Kemal’in başkomutanlığına karşı çıkanlar Sinop Mebusu Hakkı Hami, Hüseyin Avni, Ziya Hurşit ve Ali Şükrü Bey’in oluşturduğu İkinci Gruptu.(15) Mustafa Kemal’in çevresinde oluşan birinci ve ona karşı oluşan ikinci grubun arasındaki anlaşmazlık gittikçe çoğalmaktaydı.(16)
Ali Şükrü Bey, meclis müzakerelerinin sürdüğü 27 Mart 1923 Salı günü ortalardan kayboldu. Bilinen tek şey 27 Mart günü Meclis’e gitmek üzere evinden çıktığı ve bir daha geri dönmediğiydi. Nerede olduğu hakkında ailesinin ve çevresindekilerin haberi yoktu. Tüm araştırmalara rağmen bulunamayınca olay Meclis’te günün konusu oldu. Milletvekilleri, Başvekil Rauf Bey’den olayın aydınlatılmasını istedi. Birkaç gün içinde olay ciddi boyutlara ulaştı. Ali Şükrü Bey’in bulunması için polis ve jandarma seferber edildi.(17)
Ali Şükrü Bey’inen son görüldüğü yeri görgü tanıkları şöyle anlatıyordu: Karaoğlan Çarşısı’nda Kuyulu Kahve isimli mekânın önünde birkaç arkadaşıyla birlikte otururken Topal Osman Ağa’nın adamlarından Muhafız Bölük Komutanı Mustafa Kaptan yanına gelip Osman Ağa’nın kendisini beklediğini söyleyerek Ali Şükrü Bey ile oradan ayrılmışlardı.
Bu olaydan sonra Ali Şükrü Bey bir daha ortalıklarda görünmemiştir. Ali Şükrü Bey’in ailesinin Başvekil Rauf Bey’e gelerek iki gündür nerde olduğunun bilinmediğini söylemesi üzerine gerekli araştırmalar başlatıldı. Araştırmalar neticesinde Ali Şükrü Bey’in 1 Nisan’da bulunan cesedi Memleket Hastanesi’ne nakledildi.(18) 4 Nisan 1923 günü Ali Şükrü Bey’in na’şı büyük bir kalabalık eşliğinde hastaneden alındı ve önce Namazgâh mevkiine getirildi. Burada Ali Şükrü Bey’in cenaze namazı kılındı ve konuşmalar yapıldıktan sonra Trabzon’a götürülmek için Reşid Paşa Vapuru’na sevk edilmek üzere İnebolu’ya doğru hareket etti. Sinop, Samsun, Ordu ve Giresun limanlarına uğrayarak Trabzon’a gelen Ali Şükrü Bey’in cenazesi 10 Nisan 1923 günü büyük bir kalabalık eşliğinde defnedildi.(19)
Ali Şükrü Bey’in öldürülmesinden sonraki süreçte ailesinin durumu Meclis’te gündeme getirilerek Erzurum mebusu Salih Efendi bir kanun teklifi sundu. Bu teklifte Ali Şükrü Bey’in ailesine maaş bağlanmasını istemekteydi. Teklif değerlendirilmek üzere 7 Nisan 1923’te Lâyiha Encümeni’ne sevk edildi. 9 Nisan 1923’de Lazistan Mebusu Necati Bey ve arkadaşları tarafından Ali Şükrü Bey’in eşi ve çocukları Baha, Süha ve Sena adına para yardımı yapılmasını ve çocukların eğitim masraflarının karşılanması hakkında TBMM’ye sundukları kanun teklifi de Lâyiha Encümeni’ne gönderildi.(20) Bu yardım teklifi 16 Nisan 1923’te Meclis’te görüşüldü ve Muvazene-i Mâliye Encümeni’nden gelen şekille kabul edildi. Ancak oylamada Meclis yeterli sayısı çıkmadığı için teklif kanunlaşmadı.(21) Ali Şükrü Bey’in ailesine verilmesi teklif edilen yardımın icrası hakkındaki teklife 128 kişi katıldı ve teklif 89 kabul, 3 çekimser, 36 ret aldı.(22) 16 Nisan 1923 tarihli oturum 1. Meclis’in son oturumu oldu. Daha sonra seçimlere gidilmesinden dolayı Meclis yaklaşık 4 ay toplanmadı ve bu konu bir daha ele alınmayarak yapılması istenilen yardım teklifi TBMM’den çıkmadı.(23)
Ali Şükrü Bey’in cesedinin ortaya çıkarılmasıyla birlikte, Osman Ağa ve Mustafa Kaptan tarafından öldürüldüğü üzerine bazı deliller ortaya konulmuştur. Nasıl öldürüldüğü aşağı yukarı kaynaklarda geçse de kim tarafından niçin öldürüldüğü günümüzde dahi kesinlik kazanmamıştır. Bu konuda farklı iddialar ve fikirler bulunmaktadır.(24) Ali Şükrü Bey’in ortadan kaybolması Meclis’te duyulduğu zaman büyük bir telaş meydana gelmişti. Meclis’te I. ve II. Gruplar arasında var olan tartışmaların üzerine II. Grup üyelerinden Ali Şükrü Bey’in kaybolması haberi üzerine tepkilerin artmasıyla birlikte 29 Martta kürsüye çıkan Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey şöyle bir konuşma yapmıştı:
“Efendiler! … Bu şerefli kürsü bugün elim bir vaziyete sahne oluyor. Bu şerefli milletin mebusları bugün kalpleri kan bağlamış bir zavallı, biçare birbirlerine bakıyorlar. Ey kâbe-i millet! Sana da mı taarruz? Ey arayı milleti! Sana da mı taarruz? … Efendiler Ali Şükrü Bey iki günden beri kayıptır. Efendiler! Memleketin sahibi, azametli bir tarih sahibi, namusuna hâkim bir milletin mebusu kayboluyor. Hükümet bulamıyor…” (25)
Ali Şükrü Bey nasıl öldürüldü? Bu konuhakkındaki bilinenler az değişiklikle hemen hemen birbirini tamamlayıcı nitelikteydi. O dönemde Başvekil olan Rauf Orbay hatıratında konu ile ilgili olarak şöyle yazmıştı:
“Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’i en son Karaoğlan çarşısındaki Kuyulu kahvede otururken Topal Osman Ağa’nın adamı Mustafa Kaptan ile beraber kalktığı ve birlikte gittikleri görülmüş ve ondan sonra gören olmamış. Osman Ağa’nın adamıyla kahveden gittiği için bu ağayı da aratıyordum. Ankara Valisi Abdülkadir Bey, Jandarma komutanı, Polis müdürü, bütün zabıta kuvvetleri seferber olduğu halde iz bile bulunamıyordu. Ali Şükrü Bey, Büyük Millet Meclisi açıldığı günden beri her vesile ile yaptığı muhalefetlerle dikkatleri çekmiş bir mebustu. Bu sebeple Meclis’teki muhalifler kaybolma haberini alır almaz olaya siyasi cinayet rengi vermek istemişlerdi.(26) Devamlı aramalar neticesinde fakat tesadüfen Çankaya yolundan geçen arama ekibine mensup jandarma anayoldan ayrılıp tarlaya sapmış olan bir arabanın izini takip edince orada yeni kazılmış bir çukurda Ali Şükrü Bey’in cesedini bulmuştu. Cesedin avucunda sımsıkı tutulmuş bir sandalye ayağı parçası vardı. Topal Osman’ın evinde bulunan kırık sandalyeye ait olduğu tespit edilince ipucu elde edilmiş bulunuyordu. Aynı zamanda emriyle Osman Ağa’nın adamı Mustafa Kaptan’ın polis müdüriyetine götürüldüğünü ve verdiği ifadede “Ali Şükrü Bey’i Kuyulu kahveden dostça alıp Osman Ağa’nın evine götürdüğünü ve orada ikram edilen kahveyi içerken arkasından ani bir hareketle üstüne abanılarak boğulduğunu” itiraf edişi üzerine olay tamamıyla aydınlanmıştı” diye konuyu anlatmaktaydı.(27)
Meclis İkinci Başkanı Ali Fuat Paşa ise olayı şöyle anlatıyordu:
“Osman Ağa’nın alayından birkaç bölük, Mustafa Kemal Paşa’nın kaldığı köşkle çevresindeki tamamlayıcı binaları korumakla görevliydi. Bu nedenle Osman Ağa’nın hem Ankara içinde Samanpazarı’nda bir evi vardı hem de Çankaya yakınında Papazın Bağı adıyla tanınan bir bağ ile binası ona verilmişti. Ali Şükrü Bey’i 26/27 Mart 1923 akşamı saat 16.00’dan sonra adamlarından Mustafa Kaptan aracılığıyla Samanpazarı’ndaki evine çağırtmış, orada Mustafa Kaptan’a katılan öteki adamlarıyla boğdurtmuş olduğu anlaşılmıştı. Karanlık bastıktan sonra ölüsünü bir sandık içinde çevredeki Mühya Köyü’ne gömdürtmüştü…”(28)
Meclis Basımevi Müdürü Feridun Bey’de (Kandemir) olayı özetle şöyle anlatıyordu:
“İlk günlerdeki araştırmalar da Ali Şükrü Bey’in kişisel bir düşmanlıkla öldürülmüş olamayacağını aksinesiyasi sebeple öldürüldüğü kanısı kuvvetlenmiş, böyle bir cinayeti yapabilecek birisinin ise Topal Osman olabileceği kanısı belirmişti. Bu şüphe ile Topal Osman’ın adamı Mustafa Kaptan emniyet müdürlüğüne getirilip sorguya çekilmişti. Mustafa Kaptan sorgusunda “Osman Ağa, Ali Şükrü Bey’i evine yemeğe çağırdı ve salı akşamı Ağa’nın emriyle Ali Şükrü Bey’i eve götürdüm” demişti. Bunun üzerine Mustafa Kaptan tutuklanarak Ankara ve çevresi köşe bucak aranmaya başlandı. Pazar günü akşamüstü köşkün beş altı yüz metre yakınında sineklerin konup kalktığı bir çukurun içinde Ali Şükrü Bey’in cesedi bulundu. Vücudunun türlü yerleri parça parça edilmiş çift iple boğulduğu anlaşılıyordu. Sol eli kırılmış ve avucunda sandalye hasırları kalmıştı. Sol kulağının yanında birde bıçak yarası vardı. Son nefesine kadar boğuştuğu anlaşılıyordu. Ölünün bulunduğu yer, Topal Osman’ın saklanıp kaldığı yere beş yüz metre uzaklıktaydı…”(29)
Mahmut Goloğlu “Milli Mücadele Tarihi, Türkiye Cumhuriyeti 1923”adlı kitabında Topal Osman’ın Ali Şükrü Bey’i Meclis’te Mustafa Kemal Paşa’ya karşı ve I. Grup’a karşı sert muhalefetinden dolayı öldürdüğünü:
“Topal Osman Ağa, Ali Şükrü Bey’i neden öldürmüştü? Ali Şükrü Bey’i Osman Ağa’nın öldürdüğü kesin kanısına varılmıştı. Osman Ağa’nın anlayışına göre kafa tutan kimseyi herhangi bir emir ya da işaret almaya lüzum görmeden öldürebilirdi. Mustafa Kemal Paşa’ya büyük bir bağlılığı vardı. Osman Ağa ile Mustafa Kemal’in tanışıklığı Milli Mücadele’nin ilk günlerinde başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkışından kısa bir süre sonra ününü duyduğu Osman Ağa’yı Havza’ya çağırıp görüşmüştü. Osman Ağa işte o gün Mustafa Kemal Paşa’ya bağlanmıştı. Mustafa Kemal Paşa’ya yan bakanı öldürme duygusu daha o zaman içinde doğmuştu. Ali Şükrü Bey’i öldürdüğü ileri sürülen günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın ve Meclis’in korunması görevini almış, milis yarbay rütbe ve üniformasına kavuşmuştu. Dilediği anda serbestçe Meclis’e geliyor, özel yerine oturuyor ve konuşmaları dinliyordu. En yakın adamı olan Mustafa Kaptan adındaki çetecide subay üniforması ile Meclis Muhafız Komutanı olmuştu. Kendisince Meclis’in korunması görevi de Topal Osman’ın eline verilmiş demekti. Yani Topal Osman Ağa meclisinde kendisinden sorulduğu kanısında idi. Ali Şükrü Bey de Meclis’te idi ve Mustafa Kemal Paşa’ya karşı sert bir muhalefet yapıyordu. Hele son gizli toplantılarda birinci ve ikinci grup üyeleri karşı karşıya gelmişlerdi ki Osman Ağa buna dayanamazdı. Bütün bunlardan ötürü eğer Ali Şükrü Bey’i Topal Osman Ağa öldürmüşse –ki hükümete ve Meclis’e göre Topal Osman Ağa öldürülmüştü fakat Mustafa Kemal Paşa hiçbir zaman ona “suçlu” dememiş hep “sanık” demişti- kesinlikle diyebiliriz ki Topal Osman Ağa Ali Şükrü Bey’i Meclis’teki sert muhalefetinden ötürü öldürmüştü.” şeklinde ifade etmiştir.(30)
Atatürk’ün yakın çevresinden Hamdi Ülkümen de olaya şu şekilde değiniyordu:
“Ali Şükrü Atatürk’e karşı idi. Atatürk de onu sevmezdi. Ama Topal Osman’ın onu öldürmesine de çok üzüldü ve bir gün sofrada şunları söyledi; ‘Ali Şükrü’yü sevmezdim, aleyhinde de konuşurdum. Topal Osman da cahilliğinden beni memnun edeceğini sanmış. Ben kesinlikle karşıyım böyle hareketlere. Medeni memleketlerde, medeni yönetimlerde olmaz böyle şey. Suikastlar tehlikeli bir yoldur, böyle yola çıkanların başına da gelebilir.”(31)
Enver Behnan Şapolyo “Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü ile Basın” adlı ki tabında olayı şu şekilde anlatmıştır:
“O zamanki gazetecilerin toplandığı yer Karaoğlan’daki Merkez Kıraathanesi idi. Ali Şükrü Bey de nargile içmek üzere Merkez Kıraathanesine gelirdi. Ben çarşamba günü saat dört sıralarında Merkez Kıraathanesine gelmiştim. Ali Şükrü Bey nargile içiyor, Osmanzade Hamdi Bey de Öğüt Gazetesinde Sadri Ethem’in “Ismarlama Mücahitler” adlı bir makalesini okuyordu. Ben de yanlarına oturdum. Biraz sonra ileri gazetesi muhabirlerinden Muhsin adındaki gazetecide geldi. Çok geçmeden kahvenin kapısında Çankaya Muhafızı Topal Osman’ın adamlarından Mustafa Kaptan göründü. Ali Şükrü Bey geliyorum diyerek dışarı çıktı. Bende arkalarından çıktım. Her ikisi de Balık Pazarına doğru gittiler. İki gün sonra Öğüt Gazetesi’ne gittiğim zaman Sadri Ethem, “Ali Şükrü kayboldu. Kimse ne olduğunu bilmiyor” dedi. Ben de Mustafa Kaptan’la gittiğini söyledim. “Öyle ise bunu gazeteye yaz” dedi. Ben de yazdım. İşte o zaman Büyük Millet Meclisi’nde kıyamet koptu. Ali Şükrü’yü Topal Osman boğdurmuş ve Mühye Köyü’nde bir yere gömdürtmüştü.”(32)
Anılarında Ali Şükrü Bey’i Topal Osman’ın öldürdüğünü söyleyen bu kişilerin yanında Kılıç Ali, Salih Bozok’un oğlu Cemil Bozok, İsmail Hakkı Tekçe, 8 Nisan 1923 tarihli İstikbâl Gazetesi, 3 Nisan 1923 tarihli Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 3 Nisan 1923 tarihli Akşam Gazetesi’nde de bu konuyla ilgili bilgiler yer almaktadır.(33)
Teoman Alpaslan ise “Topal Osman Ağa” adlı kitabında Ali Şükrü Bey’i Osman Ağa’nın öldürmediğini savunmuştur:
“Ali Şükrü Bey ve Osman Ağa cinayetinde asla ve kata Mustafa Kemal’in en ufacık bir iması bile kesinlikle yoktu. Her iki cinayet İsmail Hakkı Tekçe ve adamları tarafından “bilinçli olarak planlanarak” işlenmişti. Bundan amaçları ise koltuk sevdası, mevkilerini koruma sevdasıydı.(34)
Ali Şükrü Bey, kayıkçılar Kâhyası Yahya’yı öldürenin de İsmail Hakkı Tekçe yerine Topal Osman Ağa olduğunu zannediyordu. Aslında Yahya’yı öldüren de Muhafız Tabur Komutanı İsmail Hakkı Tekçe idi. Yanına aldığı iki adam ise Giresunluydu ve bu iki adam ya hiç konuşmadı ya da onlar değildi. Gerçek olan ise Yahya Kâhya’yı İsmail Hakkı Tekçe’nin öldürmüş olmasıydı. Ali Şükrü Bey, ortadan kaybolduktan sonra tahmini bilgilerle suç Osman Ağa’nın üzerine atıldı. Şüpheler Çankaya Muhafızı, Giresun Alayı’nın komutanı Topal Osman üzerinde toplandıktan sonra Mustafa Kemal Paşa, muhafızı Osman Ağa’ya Ankara merkez komutanlarından Rauf Bey ve Başyaveri Salih Bey’i gönderip, “Cinayeti kendisinin işleyip işlemediğini söylemesini” istedi. Osman Ağa, “Kesin olarak bu cinayeti kendisinin işlemediğini böyle bir işi kesinlikle yapamayacağını ve yapmadığını” söylüyordu. Ankara merkez komutanı Rusuhi Bey, Osman Ağa’yı takip için bir müfreze gönderdiğini, Ali Şükrü Bey cinayetiyle Ağa’nın ilgisinin kesinlikle olmadığını fakat şüphe uyandırdığını beyan ediyordu.”(35)
Ali Şükrü Bey’i Osman Ağa’nın öldürmediğini savunan Hamza Malkoç da “Giresunlu Osman Ağa” adlı tezinde olaya şu şekilde değiniyordu:
“Osman Ağa’nın adamı Mustafa Kaptan’ın gözaltına alınmasından sonra Osman Ağa’nın evine gidip araştırma yapmak isteyen zabıtaya Osman Ağa nezaketle müsaade etti fakat evde hiçbir şey bulunamadı. Osman Ağa bu cinayeti işlemeye karar vermiş olsa idi, Ali Şükrü Bey’i aleni olarak Koyun Pazarı’ndaki (İtfaiye meydanındaki) evine davet etmezdi. Yapacağını gizliden gizliye yapabilirdi. Cinayet güya Osman Ağa’nın Ulus’taki evinde işlenmiş, ceset şehrin ortasından geçirilerek, Çankaya’daki evinin yakınına götürüp gömmemiş. Mamak, Ayaş veya Gölbaşı taraflarına götürüp gömebilirdi. Böylece şüpheleri kendisinden uzaklaştırmış olurdu. Oysa ceset Osman Ağa’nın Çankaya’daki (Papazın Bağı’ndaki) evinin yakınlarında bulunan Mühye Köyü civarına gömülmüştü. Bu köyde yeni kurulmuş olan muhafız alayından üç kişi bulunmaktaydı. Ceset buraya gömülürken bu kişilere görünme ihtimali vardı. Bunlar birliğin faytoncusu olan Kel Ali’nin Sadullah Aytekin, Deli Mustafa Şanlıtürk ve İsa Adışanlı idi. Eğer bu cinayet Osman Ağa’nın Koyun Pazarı’ndaki evinde olmuşsa, yerlere kan akması gerekirdi. Oysa evde kan izleri değil, sadece kahve lekeleri görülmüştü. Cinayet bu evde işlenmiş olsa idi, Osman Ağa cinayet delillerini yok etme yoluna giderdi. Kan lekelerini silerken, bu arada evde yapılan aramada tespit edilen kahve lekeleri de silinmiş olurdu. Ali Şükrü Bey cinayeti, Osman Ağa tarafından işlenmemişti. Osman Ağa’yı ortadan kaldırmak için bir komplo hazırlanmış, düzmece deliller ortaya konularak amaca ulaşılmıştır.”(36)
Necmettin Alkan ve Uğur Üçüncü’nün “Ali Şükrü Bey Hürriyet Uğruna 39 Yıl” adlı kitabında, genel hatlarıyla Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi ile ilgili olarak konu üç gruba ayrılmıştır. Bu üç gruba şu şekilde değinilmiştir:
“Suçlu Topal Osman’dır görüşü; Ali Şükrü Bey cinayetinin aydınlatılarak suçlunun Topal Osman Ağa olduğunu savunanlar birinci ve hâkim olan görüştür. Bu düşüncede olanlar, döneme şahitlik eden zevatın bir kısmını oluşturmaktadır. Rauf Bey, Cemil Bozok, İsmail Hakkı Bey, Kılıç Ali, Feridun Kandemir, Kâzım Karabekir, Rıza Nur gibi zevatlar bir şüpheye yer vermeden kesin görüşlerini bu yönde dile getiriyorlar. Ayrıca Mebus Mehmet Akif Bey de cinayeti Osman Ağa’nın işlediğine inanmaktadır. Cinayeti inceleyen resmi heyetin raporunun, hükümetin ve TBMM’nin nihai kanaati böyledir… Ayrıca zamanın gazetelerinin önemli bir kısmının görüşleri de bu yöndedir. Tanîn, Vakit, Akşam, İstikbal gibi gazetelerde cinayetin kesin olarak Osman Ağa tarafından yapıldığına dair haberler ve yorumlar yapmıştır. Mahmut Goloğlu ve Cemal Şener de Topal Osman’ın Mustafa Kemal Paşa’ya karşı olan bağlılığından dolayı bu cinayeti işlediğini iddia etmektedir. Mahir İz ise cinayeti Osman Ağa’ya birileri tarafından havale edildiğini iddia etmektedir ama kimin havale ettiğini ifade etmemiştir…
Topal Osman Ağa’nın cinayeti işlediği şüphelidir görüşü; gündeme getirilen ikinci önemli iddiadır. Akademisyen tarihçi Süleyman Beyoğlu bu cinayetin Osman Ağa tarafından işlendiği hususunda tereddütte sahiptir. Ayrıca Giresunlu araştırmacı Seyfullah Çiçek de Osman Ağa’nın suçlu olduğu hakkında “kesin bir yargı kararının” olmadığını iddia ediyor. Giresunlu bir başka araştırmacı Erden Menteşeoğlu, Osman Ağa hakkında kaleme aldığı oldukça hacimli eserinde Osman Ağa’nın kesin olarak suçluluğunun kanıtlanmadığını ileri sürüyor. Ali Şükrü Bey’i yüksek lisans tezi konusu olarak araştıran Sonay Üçüncü bu hadiseyle alakalı bugün dahi cevapsız kalmış esrarengiz boyutların kaldığına inanıyor. Bu konu hakkında “İstikbal” de çıkan yazıları günümüz Türkçesine aktaran Murat Yüksel ise “tarihin karanlık kalan sayfaları” diyerek şüphelerini dile getiriyor…
İlk iki görüşe göre çok cılız kalan kâtil İsmail Hakkı Tekçe’dir görüşü; bu cinayet bağlamında gündeme getirilecek son iddiadır. Buna göre cinayetin asıl faili İsmail Hakkı Tekçe’dir. Bunu savunanlardan Teoman Alpaslan, Ali Şükrü Bey’in katilinin “çok büyük ihtimalle İsmail Hakkı Tekçe” olduğunu söylüyor. Seyfullah Çiçek ise Ali Şükrü Bey’in öldürülmesinde “asıl failin” İsmail Hakkı Tekçe’nin olabileceğini düşünüyor. İsmail Akbal da bu cinayetin bir çete tarafından işlendiğini ve “faillerden birinin İsmail Hakkı Bey” olduğunu iddia ediyor. Ümit Doğan da aynı şekilde İsmail Hakkı Tekçe’den şüpheleniyor…
Bütün bu iddia sahiplerini ortak belli özelliklerine göre sınıflandırmak mümkündür. Topal Osman Ağa’nın Ali Şükrü Bey’i şahsi nedenlerden dolayı öldürdüğünü, meselenin kapandığını düşünenler genelde “dönemin devlet adamlarıdır”. Bazı “tarihçi ve akademisyenler” de bu kanaate sahipler ve bu cinayetin o günlerdeki siyasi konjonktürün bir sonucu veya gereği olarak işlendiğine inandıkları söylenebilir. Bu cinayetin Osman Ağa tarafından işlenmediğini daha ziyade “Giresunlular” teşkil ediyor. Ali Şükrü Bey’in öldürülmesini kesinlikle siyasi bir cinayet olarak kabul edip, kimin öldürdüğünden ziyade neden öldürüldüğü ve gerçekte bunun kimler tarafından istendiği üzerinde duranlar genelde “Trabzonlular”dır. Tüm bunlara bakıldığında mevcut kaynaklarda hiçbir zaman ikan edici tam bir cevabın verilemeyeceğini görebiliriz.”(37)
Ali Şükrü Bey Olayı’nın sebeplerine bakmak gerekirse; Trabzon ve çevresinde büyük nüfusu olan Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kaptan’ı Topal Osman Ağa’nın şahsi husumeti yüzünden vurdurttuğu ileri sürülüyordu ve katil bulunamıyordu. Yahya Kâhya’yı Topal Osman’ın öldürttüğü bazı kimseler tarafından ve bilhassa Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey tarafından dillendirilmekteydi. Ali Şükrü Bey bu meseleyi Meclis’te sık sık kurcalamakta ve Yahya Kâhya’nın katillerinin ve katli teşvik edenlerin meydana çıkarılmasını istemekteydi. Eline aldığı meselenin peşini bırakmayan bu muhalif, Topal Osman için daima surette tehlike teşkil eden birisiydi ve cinayetin sebeplerinden birisi bu olay gösterilmekteydi. Topal Osman Ağa, Mustafa Kemal Atatürk’e bağlı canını onun yoluna koymuş birisiydi. Ali Şükrü Bey de baş muhaliflerinden biriydi. Bu muhalefetini meclis kürsüsünden yaptığı gibi hususi konuşmalarında da meclis başkanına karşı olan husumetini açıklamakta sakınca görmüyordu. Osman Ağa, Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal Paşa hakkındaki ağır eleştirilerine dayanamayarak ve milli hislerine yenik düşerek öldürdüğü ileri sürülen nedenler arasındaydı.(38) Ayrıca Ali Şükrü Bey’in babasına ait Tirebolu’daki arazinin bir kısmına el koyduğundan dolayı da Topal Osman ile aralarının eskiden beri iyi olmadığı ileri sürülmekteydi.(39)
Birçok yazar Ali Şükrü Bey’i Osman Ağa’nın bu gibi nedenler doğrultusunda öldürdüğünü yazmaktaydı. Bazı yazarlar ise Ali Şükrü Bey’i, İsmail Hakkı Bey’in öldürdüğünü yazıyordu. Ali Şükrü Bey cinayetinin katili kesin olarak bilinmemekle birlikte cinayet Osman Ağa’ya ihale edildi ve Osman Ağa’nın ölümü ile dosya kapandı. Ancak olay üzerindeki belirsizlikler hala canlılığını korumaktadır.(40)
NEŞE DEMİR
Kaynaklar: (1) Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi (Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem), C. 3, TBMM Vakfı Yayını, 2001, s. 923; Necmettin Alkan -Uğur Üçüncü, Ali Şükrü Bey Hürriyet Uğruna 39 Yıl, Melisa Basımevi, İstanbul 2015, s. 25-27. (2) Fahri Çoker, a.g.e., s. 924. (3) Necmettin Alkan -Uğur Üçüncü, a.g.e., s. 28. (4) TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 4, C. 27, TBMM Matbaası, Ankara 1960, s. 50. (5) Mahir İz, Yılların İzi,Kitabevi Yayınları, İstanbul 2003, s. 110. (6) Necmettin Alkan – Uğur Üçüncü, a.g.e., s. 30. (7) Fahri Çoker, a.g.e., s. 924. (8) Necmettin Alkan – Uğur Üçüncü, a.g.e., s. 33. (9) İsmail Akbal, Cumhuriyet’in Karanlık Yılları Derin Cinayetler, Timaş Yayınları, İstanbul 2014, s. 159. (10) İsmail Akbal, a.g.e.,s. 160. (11) Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz Yayınları, İstanbul 1965, s. 106. (12) Erden Menteşeoğlu, a.g.e.,s. 150. (13) Erden Menteşeoğlu, a.g.e.,s. 152.(14) Ömer Sami Coşar, a.g.e.,s. 74-75 (15) Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri (1920-1927), C. I-II, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 1988, s. 21. (16) Ergün Aybars, a.g.e., s. 214. (17) Erden Menteşeoğlu, a.g.e.,s. 152. (18) Necmettin Alkan-Uğur Üçüncü, a.g.e., s. 44. (19) Necmettin Alkan-Uğur Üçüncü, a.g.e., s. 46. (20)TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 4, C.29,TBMM Matbaası, Ankara 1961, s. 334. (21) TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, C. 29, s. 227. (22) TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, C. 29, s. 234.(23)TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, C. 29, s. 240. (24) Necmettin Alkan-Uğur Üçüncü, a.g.e., s. 57. (25) TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 4, C. 28, TBMM Matbaası, Ankara 1961, s. 227. (26) Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni Siyasi Hatıralarım,C. 2, Emre Yayınları, İstanbul 2000, s. 122. (27) Rauf Orbay, a.g.e., s. 127. (28) Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar Büyük Zaferden Lozan’a Lozan’dan Cumhuriyet’e, Yay. Haz. Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, C. I-II, İstanbul 2011, s. 295. (29) Feridun Kandemir, Cumhuriyet Devrinde Siyasi Cinayetler, Ekicigil Tarih Yayınları, İstanbul 1955, s. 42. (30) Mahmut Goloğlu, Milli Mücadele Tarihi, Türkiye Cumhuriyeti 1923, C. 5, Başnur Matbaası, Ankara 1971, s. 163-166. (31) Hamdi Ülkümen, Hümanist Atatürk,Çağdaş Yayınları, İstanbul 1994, s. 36. (32) Enver Behnan Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü ile Basın,Güven Matbaası, Ankara 1969, s. 203-204. (33) Necmettin Alkan – Uğur Üçüncü, a.g.e.,s. 58-62. (34) Teoman Alpaslan, a.g.e.,s. 451 (35) Teoman Alpaslan, a.g.e.,s. 454-456. (36) Hamza Malkoç, “Giresunlu Osman Ağa”,Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1994, s. 59-65-67 (37) Necmettin Alkan – Uğur Üçüncü, a.g.e., s. 70-79. (38) Sadi Borak, a.g.e.,s. 208-209. (39)Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, s. 108. (40) İsmail Akbal, a.g.e.,s. 177.