Ali Fuat Cebesoy

“…Kolağası Mustafa Kemal, bu akşam üzgündü. Selanik’te, Beyazkule bahçesinde başbaşa oturuyorduk. Saatlerce konuştuk, nerede ise gün ağaracaktı. O gece ay Olimpos dağlarının arkasında kaybolurken Mustafa Kemal içini çekerek: 

Ah Selanik, dedi. Seni bir daha Türk olarak görecek miyim? 

Baktım, ağlıyordu. O altın sarı saçlarını okşadım. Teselli etmeye çalıştım. Ben, Mustafa Kemal’in bütün ortak yaşantımız boyunca bu derece duygulandığını görmedim…” 

Bugün bile içimizi burkan, gözlerimizi nemlendiren bu sözler, O’nun okul, görev ve dava arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’undur.

Cebesoy, O’nunla ilgili bu yakın arkadaşlığa anılarında şöyle değinmektedir:

“Mustafa Kemal’i, altmış küsur yıl önce bir Cuma akşamı tanımıştım. Harp okulunda ve harp akademisinde sınıf arkadaşımdı. 1905 yılı başlarında birer kurmay yüzbaşı olarak şanlı Türk ordusuna katıldık. Önce Suriye’de V., sonra da Makedonya’da III. Orduda kurmay stajlarımızı birlikte yaptık. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde aynı safta bulunduk. Mücadelelerimiz müşterek oldu. Hürriyet hareketlerinde de beraber çalıştık.”

Çapakçur Boğazı’nın savunmasında, Ruslarla yapılan savaşlarda XIV. Tümen Komutanı olan Cebesoy, bu savaşta Mustafa Kemal Paşa ile buluşmasını da şöyle anlatır:

“Başarılı günlerimizden birinde, Çapakçur dağlarının en yüksek bir noktasında bulunduğumuz akşam; O, savaş meydanlarında kolağâsılığından generalliğe, ben de albaylığa yükselmiş bulunuyordum. Şimdi O, bir üst rütbede benim amirim, komutanım durumunda idi. Maiyetim ve emir subaylarımla beraber kendisine mülaki oldum. Üç adım kala ayaklarımı sertçe birbirine vurarak selam resmini ifa ettim, aynı vakar ve ciddiyetle selamımı aldı:

– Hoş geldiniz Ali Fuat Beyefendi, dedi. 

Ve sonra birden bana doğru yürüdü:

– Fuat, kardeşim.

Diye boynuma sarıldı. Kucaklaştık. Durumu kısaca anlattı:

“İkinci ordu komutanının, yeni bir piyade alayı ile ihtiyatsız olarak yalnız bırakmış olmakla Boğaz’ın stratejik değerini takdir etmediğini gördüm. Yardım için ordu komutanına teklif ettim ve onun emrini beklemeden derhal harekete geçtim. Tanrı’ya şükürler olsun seni kurtardım.”

Cebesoy, milli mücadele başlarken merkezi Ankara’da bulunan XX. Kolordu Komutanıdır. 1919 yılının Şubat ayının sonlarında İstanbul’daki işlerini tamamlayıp görevinin başına dönmeden önce bir kez daha Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eder. Ali Fuat Paşa o günkü ziyaretini şöyle anlatır:

“Mustafa Kemal Paşa’nın evine son defa gitmiştim. Akşam yemeğini beraber yiyecek, dertleşecektik. Beni karşılarken:

– Rauf (Orbay) Bey’i de çağırdım, demişti.

Rauf Bey’den saklı hiçbir şeyimiz yoktu. Bu temiz kalpli vatansever arkadaşımız bizimle beraberdi. Akşam yemeğinden sonra saatlerce konuştuk. Mustafa Kemal Paşa, eğer bir göreve kendisini tayin ettiremezse Anadolu’da çok güvendiği bir komutanın yanına gideceğini ve ilk kez orada işe başlayacağını söylüyordu. 

– Paşam, ben ve kolordum daima emrinizdedir, dedim. 

Mavi gözlerinin nasıl bir ışıkla parladığını tanımlayamam. Yerinden kalkıp hararetle elimi sıkmış ve:

– Beraber çalışacağız, demişti.” 

Daha sonraki yıllarda, “Anadolu milli hareketinin esaslarını, Atatürk’ün Şişli’deki evinde, yalnız ikimiz hazırlamıştık“ diyecektir.

Ali Fuat Paşa, son İstanbul görüşmesini kovalayan günlerde Ankara’daki kolordusunun başına dönmüş ve Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçişini beklemiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’ya gelişinden hemen sonra oraya giden Cebesoy, (Mukaddes İttifak) diye adlandırdığı ve milli mücadelenin temelini oluşturan Amasya kararlarını arkadaşlarıyla birlikte imzalamıştır.

Cebesoy imzadan sonraki duruma değinerek: 

“Amasya’da buluştuğumuz arkadaşlara 22 Haziran 1919’da veda ettim. Bir an önce Ankara’ya dönmek, Vali Paşa teftişten dönmeden orada bulunmak istiyordum. Hüseyin Rauf (Orbay) ve görüşmelerimizde dinleyici olarak bulunup kararlarımıza katılan eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya (Yiğit), Mustafa Kemal Paşa’nın eşliğinde Erzurum’a gidecekti. Gezileri gayet gizli tutulacak, hareket günü hiçbir suretle açıklanmayacaktı.

Yaverim İdris Çora ile İstanbul’daki bazı kişilere yazılan mektupları Kara Vasıf (Karakol)a götürecek olan Maliye Müfettişi Arif Bey beraberimde bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa, hareketimden biraz önce beni bir kenara çekerek: 

– Fuat Paşa, demişti. Beni ordu müfettişliğinde uzun süre tutacaklarını sanmıyorum. Şu önümüzdeki bir kaç gün içinde durum anlaşılacaktır. Seni temin ederim ki, mücadelemizi sıfat ve yetkiden uzak olarak sürdüreceğiz. Arkadaşlarımın da aynı yakınlığı ve bağlılığı göstereceğinden eminim. 

Paşa’nın ne demek istediğini anlamıştım. İstanbul’daki son görüşmemizde verdiğim karşılığı tekrarladım: 

– Durum ne biçimde belirirse belirsin, ben ve kolordum her zaman emrinizde kalacaktır. Biraz durdu:

– Bu adamlar, seni de kolordunun başından ve hatta askerlikten ayırabilirler.

– Bu durumda dahi seninle beraberim Paşam!

Elimi heyecanla sıktı:

– Biliyorum, biliyorum Fuat, dedi ve sonra ilave etti: 

– Haydi uğurlar olsun, Vali Muhittin Paşa’ya saygılarımı söylemeyi unutma.”

Sivas Kongresi kararıyla Batı Anadolu Kuvvayi Milliye Komutanlığı’na atanan Cebesoy, Kurtuluş Savaşı başlarında Batı Cephesi Komutanlığı yapmış, Moskova Büyükelçiliği’ne atanmasından sonra da yerini İsmet İnönü’ye bırakmıştır.

Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, tutucu bir programla politika hayatımıza giren “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” kurucuları arasında Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Rafet Bele gibi tanınmış isimler yanında yer alan Cebesoy, bu yüzden Atatürk’e ters düşmüş ve aralarında oluşan kırgınlık ise geçici olmuştur.

Bu kırgınlık döneminin son günlerinde Ali Fuat Cebesoy ve aynı tutum içinde olan Rafet Bele, 1936 yılında Ankara Palas’ta Çocuk Esirgeme Kurumu’nun düzenlediği baloda Atatürk’ün masasındadırlar. Bir ara Atatürk’ün sesi yükselir, caz susar Ve dans edenler ayakta kalır ve O konuşmasını şöyle sürdürür:

“Medeniyet demek, afiv ve hoşgörü demektir. İlkel budunlardır ki kan davası güderler. Afiv ve hoşgörüye dayanmayan uygarlık, zorbalığa dayanan uygarlıktır ki çöker… O, uygarlık değildir.

Niteliğimiz iyi, güzel ve doğrudur… İyi ve güzelsiz doğru olmaz. Daima, her zaman, her yerde; iyi, güzel ve doğru beraber her yerde ve her zaman afiv… 

Afiv ve hoşgörü… Ancak ve ancak milli davalarda, milli kalkınmada, sonucu topluma etkili olan işlerimizde hoşgörünün yeri yoktur. Kişisel kinleri, kişisel düşmanlıkları körükleyen ve güdenler ancak ve ancak ilkel budunlardır.”

Atatürk, yine erişilmez yücelikte idi.

Cebesoy’un Atatürk’e saygısı ve bağlılığı, O’nun ebediyete intikalinden sonra da artarak süre gelmiştir. 10.1.1968 tarihinde yitirdiğimiz Cebesoy, Kurtuluş Savaşı’nda düşmanla döğüştüğü yerde, Geyve dolaylarında kendi adını taşıyan ”Ali Fuat Paşa” istasyonunda son uykusundadır. 

Kaynak: Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994, ISBN:975-458-064-2


Ali Fuat Cebesoy

D.P. İstanbul mil­letvekili, Gl. Ali Fuat Cebesoy, 1882 yı­lında İstanbul’da doğmuştur. Harp Akademisi’n­den subay olarak çıktıktan sonra, Birinci Dünya Savaşı­’na, sonra da Kur­tuluş savaşına katıl­mış ve birçok ya­rarlıklar göstermiştir. Kurtuluştan sonra, siyasî hayata atılmış, defalarca milletvekili seçil­miştir. Fransızcası ve Almancası kuv­vetli olan general, emekliye ayrıldık­tan sonra, muhtelif gazetelerde, as­kerlik ve diplomasiye ait yazılar yaz­mıştır. 1946’da çok partili hayata girme­mizden sonra, D.P. saflarına geçmiştir. 10 Ocak 1968 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti. Hiç evlenmemişti. Geyve civarındaki Alifuatpaşa beldesinde Merkez Camii’nin avlusunda gömülüdür. Ailesi yerinde kalmasını istediğinden Ankara’daki Devlet Mezarlığı’na nakledilmemiştir. Aynı beldedeki müzede kendisine ait kişisel eşyalar, fotoğraflar ve dokümanlar mevcuttur.