Ahmet Haşim, Gazi
Yeni harflere dair ilk defa fikir alışverişi için Dolmabahçe Sarayı’na davet edilenler içinde Gazi’yi gözlerimle görmeye gidenlerden biri de bendim.
Heyecanım çoktu.
Fotoğraf adese (mercek) sine zerre kadar itimadım yoktur. Binaenaleyh (bundan dolayı), fotoğraf aletinin keşfiyle portre ressamının vazifesine nihayet bulmuş nazariyle bakanlara hak vermek bence müşküldür. Şekil ve madde, ziyanın inikâs (yansıma)larına göre anbean tahavvüleder (değişir). Bu itibarla hiçbir çehrenin, evsafı muayyen (nitelikleri belli) bir tek tecelli (görünüş)si yoktur. Fırça sanatkârı, tersim edeceği (resmedeceği) çehre üzerinde uzun müddet hayıt cezir ve meddini (gelgit) tarassut etmek (gözlemlemek), onu birçok tahavvül (değişiş)lerinde zaptetmek suretiyle nihayet hakiki hüviyetinin gizli hatlarını sezmeye ve görmeye muvaffak olur. Fotoğraf, bu dimağı (beyinsel) tahlil ve terkip (çözüm ve bileştirme) kudretinde teressüm eden (çizilen) şekle bir vesika (belge) kıymeti izafe edilemez (verilemez.)
Gördüğüm fotoğraflara nazaran biraz şişman, biraz yorgun, biraz hututu (çizgileri) kalıplaşmış bir vücutla karşılaşacağımı zannederken, kapıdan bir ziya dalgası halinde giren yoğun bir güç ve hayat tecellisi (belirme)si ile birden gözlerim kamaştı. Hadekaları (gözbebekleri) en garip ve esrarengiz (gizemli) maddelerden masnu (yapılmış) bir çift gözün mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlattığı asabi (duyarlı) bir çehre, yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi… Muntazam taranmış noksansız, sarı genç saçlar… Bütün zemberekleri çelikten ince, yumuşak, toplu, gerilmiş, terütaze (taptaze) bir uzviyet (örgenler bütünü).
Altıyüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi eski ilah (tanrı)lardaki gibi iğrenç yaşın hiçbir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir nehir halinde, köhne tarihin bütün enkazını süpüren ve yeni bir âlemin tekevvününe (oluşumuna) yol açan fikirler kaynağı, baş bir yanardağ zirvesi (doruğu) gibi, taşıdığı ateşe lâkayıt (ilgisiz), mavi sema altında samiit (suskun) ve mütebessim (gülümser) duruyor.
Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafa döktüğü feyizli (verimli) seylabe (sel)lerden yegâne (tek) müteessir olmayan meğer onun genç başı imiş.
O günün benim icin en büyük nimeti, o efsanevi başı yakından görmek olmuştu.
(Bize Göre, 1928)