Abdürrahim Tuncak Anlatıyor – 8
Abdürrahim’in Karnesindeki Yüksek Notları Görünce Mustafa Kemal Paşa, Fikriye Hanım’a Şöyle Açıkladı:
“Bizim Çocuğumuz Olduğu İçin Acaba İltimas Mı Yaptılar Abdürrahim’e?”
(Mete Akyol) Mustafa Kemal Paşa’nın ‘akşam sofraları’ konusunda çok konuşulmuş, çok yazılmıştır; ama bugüne değin onun sabah kahvaltısından hiç söz edilmemiştir. Çünkü Mustafa Kemal Paşa’nın kahvaltısına, annesi Zübeyde Hanım ve Abdürrahim Tuncak dışında hiç kimse katılmamıştır. Anlatabileceklerini anlatmayı şöyle sürdürüyor Abdürrahim Tuncak:
Mustafa Kemal Paşa, her sabah uyanıp yüzünü yıkadıktan sonra annesinin odasına gider ve günün ilk saatini annesiyle birlikte geçirirdi.
Annesi sabah namazından sonra odasında oturur, oğlunun gelmesini beklerdi.
Mustafa Kemal Paşa, sabah çayını annesiyle birlikte içer, kahvaltısını annesiyle birlikte yapar, sonra da yine annesiyle birlikte, sabah kahvesini içerdi.
Okulumun olmadığı tatil günlerinde ise, beni de alırlardı yanlarına… Mustafa Kemal Paşa odaya girer girmez annesine hayırlı sabahlar diler, elini öperdi. Annesi de onu yanaklarından öper ve günlerine bundan sonra başlarlardı.
Mustafa Kemal Paşa, her sabah annesinin sağlığını sorar, bir gün önce yaptığı işler konusunda kendisine bilgi verirdi. Annesi de ona dualar eder, başarılar dilerdi.
Odada benim de bulunduğum tatil günlerinde Mustafa Kemal Paşa bana hep, okulda ne yaptığımı, derslerimin durumunu sorardı. Ben de herşeyi, onun ailesinden aldığım terbiyemin gereği, olduğu gibi anlatırdım. Ne bir abartma yapar ne de eksik bir yan bırakırdım.
Mustafa Kemal Paşa, yalnızca tatil günlerinde annesinin odasında olduğumuz zamanlarda değil, akşamları da yakından ilgilenirdi benim okul durumumla.
Abdürrahim Tuncak, bu ilgi konusundaki bir anısını şöyle anlatıyor:
Mustafa Kemal Paşa’nın başyaverliğini yapan ve onun uzaktan bir akrabası olan Salih Bozok’un büyük oğlu Cemil de (Bozok) benim gibi Çankaya Köşkü’nde kalıyordu. Onunla aynı okula birlikte giderdik, okuldan birlikte dönerdik. Cemil babasının atıyla, ben de Mustafa Kemal Paşa’nın katırıyla gider gelirdim okula…
İlkokul üçüncü sınıfta idim. Eve getirdiğim karnede notlarım çok yüksekti. Notlarımı her zaman yakından inceleyen Mustafa Kemal Paşa, notlarımın bu kez çok yüksek olmasını yadırgadı. Bana belli etmek istemedi; ama bu konudaki kuşkusunu daha sonra Fikriye Hanım’a söylemiş. Biliyorsunuz, Fikriye Hanım, Latife Hanım’dan önce Mustafa Kemal‘in yanında bulunan hanımdı.
Fikriye Hanım bir gün beni bir köşeye çekti:
‘Paşa senden şüphelendi, Abdürrahim’ dedi. ‘Notlarının bu kadar yüksek olması onun dikkatini çekti. Hatta Mahmut (Soydan) Bey’e de söyledi bu kuşkusunu… Abdürrahim bizim çocuğumuz diye acaba iltimas mı ettiler, diye sordu. Mahmut Bey de, senin hocan Tahsin Bey’e gidip konuşabileceğini ve senin okul durumunun gerçekte nasıl olduğunu öğrenebileceğini söyledi. Paşa da, ona bu iş için izin verdi. Mahmut Bey şimdi senin hocan Tahsin Bey’e gidip konuşacak. Bu notlarını görünce Paşa gerçekten kuşkulandı senden.’
Fikriye Hanım’ın bu sözleri karşısında sarardığımı bugün bile hatırlıyorum. ‘Paşa benden neden şüpheleniyor?’ dedim. ‘Bir iltimas yapılmışsa, bu iltiması hocalar yapmıştır. Ben kendi kendime iltimas yapamam ya…’
Mahmut Bey ertesi gün benim okuluma gitmiş ve hocam Tahsin Bey’le görüşmüş, Tahsin Bey ona benim çok iyi bir öğrenci olduğumu söylemiş. ‘Kendisine hiçbir surette iltimas yapılmış değildir’ demiş.
Mahmut Bey hocam Tahsin Bey’le bu görüşmesini Mustafa Kemal Paşa’ya nakledince, kendisi çok memnun olmuş. ‘Ortada bir iltimas meselesi olmamasına memnun olduğum kadar, Abdürrahim’in böyle yüksek notları hak ederek alması karşısında da memnun oldum’ demiş. Bana bunları Fikriye Hanım anlattı. Bu durumdan kendisinin de memnun olduğu her halinden anlaşılıyordu.
Çankaya Köşkü’nde benim en büyük zevkim, Mustafa Kemal Paşa’nın otomobiliyle oynamaktı. Otomobilin özellikle şoför koltuğuna oturur, iki elimle sıkı sıkı kavradığım direksiyonu bir o yana, bir bu yana çevirerek, gerçekte duran otomobili, delikanlılık döneminin o sınırsız hayal dünyasındaki dağlardan tepelerden aşırırdım, virajlardan geçirirdim, düz yollarda şimşek hızıyla sürerdim. Bu hayal dünyamın, hayal yollarında karşıma çıkan engelleri uyarmak için, arada sırada ağzımla ‘düt düt’ yapardım, yolu engellerden temizledikten sonra da, yine ağzımla ‘vın vııın’ sesleri çıkararak, biraz önce azalttığım hızımı, yine şimşek hızına çıkarırdım.
Abdullah Çavuş, ağzımla ‘düt düüüt’ diyerek klakson çalmama ses çıkarmazdı. Fakat otomobilin klaksonuna dokunup aynı sesi otomobilden çıkarmama asla izin vermezdi. ‘Otomobilin düdüğünü içerden duyarlar, rahatsız olurlar’ derdi. Ben de, onun sözünü dinler, otomobilin klaksonuna hiç ama hiç dokunmazdım. ‘Düt düüüt’ seslerini hep, ağzımla yapardım.
Benim böyle söz dinleyip ‘Yapma’ denileni yapmamam, Abdullah Çavuş’un güvenini de kazanmama neden olmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın otomobiline tek kişinin parmağını bile değdirmesine izin vermeyen Abdullah Çavuş, işte bu güveni sonucu benim o otomobile binip direksiyon başına geçmeme ve hayal dünyamda turlar atmama ses çıkarmazdı.
1922 yılı Ağustosu’nun son günlerinden birinde, Mustafa Kemal Paşa’nın otomobiliyle yine kendi ‘hayal dünyam‘da turlar atmak için geldiğimde, Abdullah Çavuş beni otomobile yaklaştırmadı.
‘Otomobili temizlemiş pırıl pırıl parlatmışsın da, kirletirim diye mi korkuyorsun, Abdullah Çavuş?’ dedim.
Abdullah Çavuş’un yüzünde o gün, hiç de şakaya hazır bir görünüm yoktu. ‘Çok işim var, Abdürrahim’ dedi ve otomobilin motoru üzerindeki çalışmasına devam etti.
Otomobildeki bu tür hazırlıkların, uzun bir yolculuk öncesinde yapıldığını çok iyi biliyordum. ‘Anladım, anladım, Abdullah Çavuş’ dedim. ‘Galiba yine uzun bir yolculuk var. Doğru bildim, değil mi?’
Abdullah Çavuş, başını motordan kaldırdı; ‘Yolculuk filan yok’ dedi, ‘Motorun parçalarını elden geçiriyor, motorun bakımını yapıyorum. Hadi sen şimdi başka yerde oyna, Abdürrahim. Bugün çok işim var benim…’
O gece Mustafa Kemal Paşa, yatmadan önce annesine veda etti. Yatak odasına çekilmeden önce annesine geldi ve ‘Yarın sabah önemli bir işim var, annem’ dedi. ‘Sabah çok erken saatte yola çıkacağım. Seni rahatsız etmeyeyim. Elini şimdiden öpeyim, şimdiden veda edeyim sana. Dualarım esirgeme benden.’
Sonra benim başımı iki elinin arasına aldı. ‘Gel bakayım, seni de öpeyim, Abdürrahim’ dedi. ‘Sabah sen uyanmadan gideceğim ben.’
Sabah uyandığımda otomobil de, otomobilin şoförü Abdullah Çavuş da, yerlerinde yoktu. Mustafa Kemal Paşa’nın yine uzun bir yolculuğa çıktığını hemen anladım. Mustafa Kemal Paşa’nın çıktığı ‘uzun yolculuğun ilk haberleri’ dört beş gün sonra geldi. Bu haberler, Ankara’dan da duyulan top sesleriydi. Bu sesler, Büyük Taarruz’un sesleriydi. Bir hafta önce elini öpüp veda ettiği annesinin dualarını beklediği bu uzun yolculuğunda Mustafa Kemal Paşa şimdi, önüne kattığı ‘davetsiz misafir’ düşmanın arkasından, İzmir’e yaklaşıyordu.
Abdürrahim Tuncak, tanığı olmadığı, fakat ‘birinci ağızdan’ dinlediğini söylediği aşağıdaki bölümü şöyle anlatmaktadır:
Komutasındaki Türk ordusunun 9 Eylül 1922 günü girdiği İzmir’e Mustafa Kemal Paşa, bir gün sonra 10 eylül 1922 günü girmiş. ‘Çünkü sabrını daha fazla dizginleyememiş.’
Silah arkadaşları, Belkahve’de bir süre beklemesini ısrarla önermişler ve onun İzmir’e 9 Eylül günü girmesini önleyebilmişler. Arkadaşları, aynı ısrarlarını ertesi gün de sürdürmüşler:
‘İzmir çok karışık, Paşam’ demişler. ‘Bir yandan, Yunanlılar’ın çıkardıkları yangınlar devam ediyor, öte yandan, Yunan’ından İngiliz‘ine kadar tüm işgalci askerler, kayıklarla vapurlarına kaçışıyor. Kentin içinde düzen henüz sağlanamadı. İzmir, karışık… Birkaç gün daha bekleyelim, İzmir’in düzeni sağlandıktan sonra girelim kente…’
Mustafa Kemal Paşa, sabrını sadece bir gün dizginleyebildiği bu ısrarlara ertesi gün kulak bile vermemiş. ‘Haydi bakalım’ demiş silah arkadaşları komutanlara. ‘Haydi hep birlikte giriyoruz İzmir’e. Kente düzen gerekliyse, onu da biz yaparız…’
Gelecek yazı: Muammer Bey’in üç yabancı dil bilen kızı Latife Hanım, İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’nın huzurunda…