Abdürrahim Tuncak Anlatıyor – 7

Kendisini Masalarına Davet Eden İngiliz Generallere Mustafa Kemal Şöyle Haber Gönderdi:

‘Burada Ev Sahibi Benim, Onlar Benim Masama Gelsinler…’

(Mete Akyol) 1 Ekim 1918’de imzalanan “mütareke” sonucu Osmanlı İmparatorluğu birlikte savaştığı devletlerle birlikte Birinci Dünya Savaşı yenilgisini resmen kabul etmişti.

Mütarekenin imzalanması, karargâhı Adana’da bulunan Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Mareşal Liman von Sanders’in, “Türkiye cephesindeki görevinin” bitmesi demekti.

Liman von Sanders‘ten bu görevi, Adana’ya çağrılan Mustafa Kemal Paşa devraldı. Yıldırım Ordular Grup Komutanı Mustafa Kemal Paşa, savaşın sona erdiği ve düşman devletlerle anlaşma imzaladığını, bu göreve geldiği günün akşamı, Sadrazam ve Başkumandanlık Genelkurmay Başkanı İzzet Paşa’nın gönderdiği telgraftan öğrendi.

3 Kasım 1918 tarihli kısa bir emirle de, 30 Ekim 1918 akşamı, Ege adalarından Limni’nin Mondros Limanı’nda imzalanan 25 maddelik mütarekenin bir örneğini aldı. Onun Adana’da bu mütareke metnini aldığı gün, 3 Kasım 1918 günü, savaş sorumluları ve İttihat ve Terakki’nin önde gelen yöneticileri Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa, bir Rus gemisiyle, İstanbul’dan yurt dışına kaçıyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, mütareke koşullarını öğrendiği günden sonra, bir yandan işgal kuvvetlerinin çıkardıkları olaylarla uğraşırken, bir yandan da İzzet Paşa ile tartışmalarla dolu telgraf görüşmeleri yapıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı ve mütareke koşullarının uygulanması üstündeki savaşımı ancak bir hafta sürebildi.

7 Kasım 1918’de hem VII. Ordu’nun, hem de Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’nın lağvedildiği bildirildi. Mustafa Kemal Paşa, artık Harbiye Nezareti emrinde, “görevsiz” bir paşaydı. Adana’da eşyalarını topladı. 13 Kasım 1918 günü Haydarpaşa Garı’na giren Adana treninden inip Haydarpaşa Rıhtımı’na yürüyen Mustafa Kemal Paşa, tam 55 parça düşman gemisinin kirlettiği bir İstanbul manzarasıyla karşılaştı. Zafer bayraklarını İstanbul rüzgarıyla dalgalandıran bu gemilerin bir bölümü İstanbul Rıhtımı’na girmişler, ötekiler ise girmek üzereydiler. “Geldikleri gibi giderler” sözünü Mustafa Kemal Paşa, işte o an söylemiştir. Şevket Süreyya Aydemir, “Tek Adam” adlı yapıtının 332’nci sayfasında Mustafa Kemal’in Haydarpaşa’dan karşı yakaya geçişini şöyle anlatmaktadır: 

“13 Kasım 1918 günü Haydarpaşa’dan Köprü yakasına, bu gemiler kafilesini dolaşarak, onların zafer bayrakları altında güvertelere dizilmiş renk renk, çeşit çeşit bahriyeli saflarını seyrederek, kıyıları, rıhtımları dolduran sarhoşların haykırışları, kiliselerin çan sesleri arasında geçti. Haydarpaşa’dan Köprü yakasına geçebilen Mustafa Kemal Paşa’nın arkasında yaveri ile sokaklardan yol bulup İstanbul’un bir Müslüman mahallesi olan Beşiktaş’ta, Akaretler’de annesinin oturduğu eve varabilmesi oldukça zordu. Zaten evinde pek işi yoktur. Kararı evinde dinlenmek değildir: Köprüye çıkınca Beyoğlu’na yönelir ve Pera Palas Oteli’ne yerleşir. Annesini, ondan sonra ziyaret edecektir.” 


Abdürrahim Tuncak, bu olayı ‘evlerindeki açıdan’ şöyle anlatıyor: 


Mustafa Kemal Paşa eve geldiğinde üzgün görünüyordu. Anneme bazı açıklamalarda bulunmak ihtiyacını duymuş olmalı ki, neden Pera Palas‘a yerleştiğini anlattı: 

‘Memleket bir badire içine düşürülmüştür. Bu badireden kurtarmak lazımdır memleketi’ dedi. ‘Ben şimdi İstanbul’da bazı kişilerle görüşmeler yapmak zorundayım. Bu görüşmeleri bu evde yapamam. Evimiz çok dar. Bunun için önce genişçe bir ev bulup, oraya taşınmamız gerek. Böyle bir ev buluncaya kadar, ben Pera Palas’ta kalacağım. Çünkü görüşmelerime hiç zaman kaybetmeden başlamak istiyorum. Sık sık gelirim sana anneciğim…’

Mustafa Kemal Paşa, Pera Palas’ta kaldığı on gün içinde iki günde bir eve geliyor, annesiyle ablasıyla görüşüyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdiğini evde hepimiz biliyorduk; ama kendisi çok neşeli görünmeye çalışıyordu evde. Bir gün geldiğinde çok neşeli bir şekilde anneme takıldı:

Ooooo… Dün gece neler oldu, bir bilseniz’ dedi ve annemin merak etmesi üzerine, bir gece önce olanları anlattı.

Mustafa Kemal Paşa, ‘dün akşam’ Pera Palas lokantasında tek başına akşam yemeğini yedikten sonra, tam kahvesini ısmarlamak üzereyken, lokantanın şef garsonu gelmiş yanına:

‘Affedersiniz muhterem Paşam’ demiş. ‘Biraz ilerideki masada İngiliz generaller oturuyorlar. Beni çağırdılar ve sizin kim olduğunuzu sordular. Ben de ‘Çanakkale muzafferi Mustafa Kemal Paşa’ dedim. İngiliz generaller ‘Yaa, öyle mi?’ dediler.

İngiliz generaller, şef garson aracılığıyla, Mustafa Kemal Paşa’yı masalarına davet etmişler:

Masamıza buyursun, kahvemizi birlikte içelim’ demişler. Şef garson, İngiliz generallerinin önce bu sözlerini, sonra da kahve için masaya davetlerini söyleyince, Mustafa Kemal Paşa, garsona şöyle demiş:

‘Onlara söyle, bizim geleneklerimizde daveti ev sahipleri yapar. Onlar şimdi her ne kadar işgal kuvvetleri komutanları da olsalar, bu ülkede yine de misafirdirler. Burada gerçek ev sahibi benim. Birlikte kahve içmek istiyorlarsa, geleneklerimize uysunlar, onlar gelsinler, ev sahibinin masasında, benim masamda, benim davetlim olarak içsinler kahvelerini…’

Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözlerini garson, olduğu gibi nakletmiş İngiliz generallerine. Mustafa Kemal Paşa annesine bir gece önceki bu olayı anlattıktan sonra katıla katıla gülmeye başladı: ‘Adamların lokantadan bir çıkışları vardı ki görmeliydin, anne’ dedi.

Mustafa Kemal Paşa birkaç gün sonra eve yeniden geldiğinde, anneme beklediği haberi de getirdi: ‘Bir ev bulduk, anne’ dedi. ‘Tam istediğim gibi… Geniş bir ev…’

Annemin sormasını beklemeden, evin nerede olduğunu da söyledi: 
‘Şişli’de’ dedi. ‘Bizim Dr. Rasim Ferit Bey buldu. Ben de gittim, gördüm, beğendim… Hem, Dr. Rasim Ferit Bey’in muayenehanesinin de yakınında bir ev… Seni görmeye daha kolay ve daha sık gelebilir…’

Dr. Rasim Ferit Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın aile dostu ve yakın arkadaşıydı. Kalp hastası olan annemin tedavisini o yapardı…


Annem hasta olduğu için Ramazan’da oruç tutamazdı. Kur’an’ını okur, namazını kaçırmazdı; ama hastalığı nedeniyle oruç tutamazdı. Onun yerine ben oruç tutardım ve orucumu anneme sarardım. Bir günlük oruç karşılığı bir kuruş alırdım. Bu paraları Ramazan boyunca biriktirirdim. Ramazan sonunda 30 kuruş ederdi. Bayram harçlığı olarak da 20 kuruş verirdi annem. Böylece bayramda cebimde 50 kuruş olurdu. Soluğu Ihlamur’da alırdım hemen! Bayram süresince salıncaktan inmezdim…


Doktorunun muayenehanesine yakınlığına karşın evin Şişli’de oluşunun, annemin yine de pek hoşuna gittiği söylenemez. ‘Şişli’de her milletten insan oturur’ dedi. ‘Komşuluk hasreti çekeceğiz orada; ama önemli değil… Ben fırsat buldukça Beşiktaş’a iner, komşularımızın hatırlarını sorarım…’

Annemin komşu hasreti çektiği Şişli’de ben de, arkadaş hasreti çektim. En büyük çocukluk eğlencem, evimizin karşısındaki kaldırımın biraz ilerisinde nöbet tutan İngiliz askerlerin, birbirlerine sert bir top fırlatıp bu topu tek ellerine giydikleri eldivenin avucuyla tutmalarını seyretmekti. Hem nöbet tutarlar hem de nöbette böyle bir oyun oynarlardı İngiliz askerleri…

Şişli’deki evde bir başka eğlencem ise, evin dimdik merdivenleri boyunca kıvrılan dimdik trabzanlardan aşağı gizlice kaymamdı. Fakat bu eğlencenin tehlikeli bir yanı vardı. Kendi gördüğü zaman ya da evdeki hizmetkârlardan biri haber verdiği zaman annem çok kızar, beni karşısına alır, azarlardı…


Gelecek Yazı: Abdürrahim’in karnesindeki yüksek notları görünce Mustafa Kemal Paşa, Fikriye Hanım’a özel bir görev verdi: ‘Okula gidip, hocası Mahmut Bey’le bir görüş’ dedi. ‘Abdürrahim bizim çocuğumuz diye acaba iltimas mı ettiler?’