Abdürrahim Tuncak Anlatıyor – 4
Beşiktaş Muhtarı Gizli Bir Haber Fısıldadı:
“İşgalciler, Mustafa Kemal’in Evini Arayacaklar…”
Ailemizin bir ferdi gibi bize yakın olan Şakir Çavuş, Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’nın emir erliğini yapmıştı. Komutanına duyduğu saygı ve güven, anlatılması mümkün olmayan sağlamlıkta ve samimiyette bir bağlılık oluşturmuştu. Çanakkale Savaşı’ndan sonra memleketi Erzurum’a dönmemiş, kendini artık emir erliğini yapamadığı Mustafa Kemal Paşa’nın evinin ve ailesinin hizmetine adamıştı.
Erzurumlu Şakir Çavuş, memleketten getirttiği eşi ve çocuklarıyla Beşiktaş’ta, Mustafa Kemal Paşa’nın evinin yakınlarında bir eve yerleşmişti.
Hemen her gün eve gelir, evin dışarıdaki işlerini yapar, Zübeyde Hanım’dan o gün için “ne emirleri olduğunu” sorardı. Şakir Çavuş’un, Mustafa Kemal Paşa’nın ailesine olan yakınlığını bilen Beşiktaş muhtarı bir gün ona, eve ulaştırması için gizli bir haber fısıldamış:
“Ecnebî askerler (işgal kuvvetleri mensupları) evleri aramaya başladılar. Mustafa Kemal Paşa’nın evini de arayacaklar. Evin adresini sordular. Evde silah varsa, iyice saklayın ya da başka bir yere götürün…”
Şakir Çavuş, muhtarın bu gizli haberini getirdiğinde Zübeyde annem, bunu önemsemedi. ‘Evde silah yok ki…’ dedi. ‘İsterlerse arasınlar evi… Bir şey bulamazlar ki…’
Oysa çatıda, Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’den getirdiği iki tüfek vardı. Bu tüfekleri annem de, Şakir Çavuş da unutmuşlardı. Annem ‘Evde silah yok ki… Bir şey bulamazlar ki’ deyince birden heyecanlandım, telaşlandım. Çünkü evde silah vardı. Hem de iki tane silah vardı. Çatıda gördüğüm silahları anlattım:
‘Anne, bizim evde silah var’ dedim. ‘Ben güvercinlerimi seyretmek için çatıya çıktığımda, orada gördüm. Üzerleri de çuvalla örtülü…’
Annemden önce, Şakir Çavuş telaşlandı birden, ‘Eyvah ben onları hepten unutmuştum’ dedi. ‘Abdürrahim doğru söylüyor. Evde biz kalırken benim çocuklar o iki tüfekle oynamasınlar diye ben onları çatıya kaldırmıştım. Abdürrahim’in dediği gibi, üzerlerine de çuval örtmüştüm. Bu iki tüfeği derhal saklamamız lazım…’
Şakir Çavuş, tüfekleri nereye saklayacağını düşünürken, birden aklına geldi: ‘İneği alt kattaki odaya alalım’ dedi. ‘O odaya ahır süsü verelim. Silahları da, odanın döşemesinin altına saklayalım.’
Şakir Çavuş, aklına gelen bu düşünceyi uygulamak üzere ayağa kalktı.
Şakir Çavuş’un sözlerinden, evde inek besliyormuşuz gibi bir anlam çıkmasın. İneğimizin öyküsü şöyledir:
Üsküdar’da bir eczacı aile vardı. Biz onlara giderdik, onlar bize gelirdi. Bir gün annem beni de götürdüğünde, ev sahibi hanım üzgün üzgün dert yandı:
‘Tayinimiz çıktı, gidiyoruz’ dedi. ‘Bütün üzüntümüz, ineğimiz… Biliyorsunuz, nasıl da severiz ineğimizi… Götürmek isteriz; ama götüremeyiz… Satmak deseniz, onu hiç düşünmüyoruz… Çünkü sattığımız kişi, muhakkak keser ineğimizi… Biz de hayvanın kesilmesine razı olamıyoruz. Ne yapacağımızı şaşırdık.’
Ev sahibi hanımın bu dert yanması üzerine annem ona bir öneride bulundu ve ‘Bize bırakın’ dedi. ‘Biz kesmeyiz… Bakarız… Sütünü de, Naciye’min erkeceğine içiririm bol bol…’
Yani beni kastediyordu, annem. ‘Naciye’min erkeceği’ dediği, bendim. İneğin öyküsünden önce, ‘Naciye’min erkeceği’ adının öyküsünü anlatayım:
Annemin üç çocuğu dünyaya gelmiş. Mustafa, Makbule ve Naciye… Üçüncü çocuğu, yani Naciye, çok zayıf bünyeliymiş. Tüberküloza yakalanmış ve 12 yaşında bu hastalıktan ölmüş. Annem beni hep, bu çocuğunun yerine koyar, öyle severdi. Bu nedenle de bana hep, ‘Naciye‘min erkeceği’ der, beni öyle severdi. Tüberkülozdan bir evladını kaybetmiş olması, bu hastalığa karşı onda bir çekingenlik yaratmıştı. Benim de bu hastalığa yakalanmamam için bana öyle çok yemek yedirirdi ki… Bol bol da süt içirirdi, muhallebi yedirirdi. Onun bu titizliği sonucu çocukluğumda, ay parçası gibiydim. Tombul tombuldum… Dostlarımız, kesmeye kıyamadıkları ineklerini almayı önerdiklerinde onun, ‘Naciye’min erkeceği’ne de bol bol süt içiririm’ demesinin altındaki anlam, beni daha güçlü bir bünyeye sahip kılmak isteğiydi.
Eczacıların ineğini aldık, eve getirdik. Evin arka tarafında bir bahçe vardı. İnek geceleri oraya bağlanıyordu. Şakir Çavuş, derme çatma bir barınak da yapmıştı ona… Gündüzleri ineği alır, otlatmaya götürür, akşamları da o barınağa bağlardı. O adı kim vermişti bilmiyoruz ama ineğin bir de adı vardı. Bahtiyar’dı adı…
‘Alt katta, kapının girişinde sağdaki oda var ya… İşte o odanın iki tahtasını sökelim. Tüfekleri o tahtanın altına saklayalım’ dedi. ‘Sonra da tahtaları yerine çakıp, bahçeden biraz ot, biraz saman getirip, odaya dökelim. İneği de o odaya alalım. Odaya bir ahır görüntüsü vermiş oluruz.’
Annemin rızasını aldıktan sonra Şakir Çavuş bir yerlere gitti, oradan çekiç, keser gibi aletler getirdi. Bu aletleri de kullanarak, kapıdan girişteki sağ odanın tahta döşemesinden iki tahta söktü. Çatıdan indirdiği tüfekleri ayrı ayrı cuvallara tek tek sardı ve bana döndü:
‘Haydi bakalım, Abdürrahim’ dedi. ‘Bu iki tahtanın boşluğundan ancak sen sığabiiirsin. Bu boşluktan döşemenin altına gir. Ben sana tüfekleri vereceğim. Sen de döşemenin altından ilerilere doğru yerleştireceksin.’
Şakir Çavuş’un dediğini yaptım. Sökülen iki tahtanın boşluğundan oda döşemesinin altına girdim ve çuvallara sarılı iki tüfeği, odanın en uç köşelerine kadar yerleştirdim.
Ben döşemenin altından çıktıktan sonra annem, ‘Aferin sana, Abdürrahim’ dedi. ‘Sen meğer ne işler de becerebiliyormuşsun…’
Şakir Çavuş, söktüğü tahtaları yerlerine Çaktı. Bahçeden birlikte birkaç kucak ot ve saman getirdik. Şakir Çavuş bu ot ve samanları odanın her tarafına serpiştirdi. Sonra yeniden bahçeye gitti, bu kez ‘özel saman’ getirdi.
‘Şimdi getirdiklerimin üstünde inek pislikleri var’ dedi. ‘Yerde inek pisliği bulunmayan ahır olur mu hiç?’
Oda, pislikli samanların da yerleştirilmesinden sonra, konuğunu kabul etmeye hazırdı artık. Oda, tam bir ahır görünümündeydi. Annem, Bahtiyar’ın bu odada sürekli mı kalacağını sordu. ‘İki gün kalsın yeter’ dedi Şakir Çavuş. ‘Çünkü odaya ineğin kokusunun sinmesi lazım.’
Bahçeye çıktık, Şakir Çavuş’la birlikte Bahtiyar’ı getirdik, evdeki özel odasına yerleştirdik. İşgalcilerin gelip evimizi aramalarını beklemeye başladık. Çünkü evimiz, onların aramasına hazırdı.
Gelecek yazı: Mustafa Kemal Çanakkale’den böbrek sancıları ile ve iki hatıra tüfekle dönmüştü.