Abdürrahim Tuncak Anlatıyor – 3

‘Okulda Dayak Yediğimi Duyunca Mustafa Kemal Paşa Beni Ankara’ya Getirtti’

Sivas ve Erzurum’dan sonra Ankara’ya geçtiğinde ise, mektup ve haberlerinde, sağlık durumu dışında değişmeyen bir başka konu daha yer almaya başladı.

Mustafa Kemal Paşa, Ankara’dan gönderdiği haberlerinde ve mektuplarında, ‘Sizi en yakın zamanda yanıma aldıracağım’ diyordu hep. Fakat o konuda talih annemden önce benim yüzüme güldü. Annemden önce beni aldırdı Ankara’ya. Çünkü buradaki bir olay kulağına kadar gitmiş, onu çok üzmüştü. O olay şuydu:

Zübeyde Hanım hastalandığında da yanından ayırmadığı küçük Abdürrahim ve yardımcılarıyla

Akaretler’de, bizim evin çok yakınında bir ilkokula gidiyordum. Okulda, Çerkez çocuklar da vardı. Bu Çerkez çocuklardan sekiz on kadarı bir gün beni okulun bahçesinde çevirdiler:

‘Sen Mustafa Kemal Paşa’nın piçisin… Seni o büyütüyor… O, vatan hainidir. Padişah efendimize  isyan etmiştir o’ diyerek, üstüme yürüdüler.

Ben de onlara, aynı onların konuştukları sertlikte karşılık verdim:

‘Sizin vatan haini dediğiniz Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’u kurtarmıştır’ dedim. ‘Çanakkale muzafferidir o… Mustafa Kemal Paşa Çanakkale’de düşmanı durdurmasaydı, bugün hiçbiriniz hayatta bile olmazdınız…’ dedim. Ben sözlerimi bitirmeden, bu çocuklar üzerime atıldılar ve beni aralarına aldılar, dövdüler. Ağlaya ağlaya eve döndüğümde annem şaşırdı. Ne olup bittiğini anlattım.

Küçük Abdürrahim kendisinden ‘annem’ diye söz ettiği Zübeyde Hanım’ın elini öperken

Bir daha o okula gitmeyeceksin’ dedi.

Bu olaydan bir ay kadar sonra annem, bana yeni bir haber verdi:

Paşa bizi Ankara’ya aldırıyor’ dedi. ‘Ben biraz rahatsız olduğum için hemen gelemeyeceğim. Fakat sen gideceksin. Salih Bey amcan da (Bozok) oğlu Cemil’i istermiş Ankara’ya. Bir albay, ailesiyle birlikte Ankara’ya gidiyor. Cemil’le sen de onlarla birlikte gidersin.’

Ankara’ya gidecek olan albay, eşi, iki asker, Cemil ve ben, İstanbul’dan bir İtalyan vapuruyla, İnebolu‘ya gittik. Orada bir yaylı arabaya bindik. Kimbilir kaç gün sürdü yolculuğumuz, hatırlayamıyorum. Yaylı arabayla Kastamonu, Ilgaz Dağları üzerinden Ankara’ya vardık. Bu yolculukla ilgili hiç unutamadığım anım şudur: Ilgaz dağlarında bir handa geceyi geçirecektik. Handan içeri girdik. Han kapısının arkasına koca koca kolonlar dayadılar. Arabada birlikte geldiğimiz iki ‘ asker, kapının biraz ötesinde çömeldiler, silahlarını kapıya doğru yönelttiler. Sanki bir iki dakika sonra kapı açılacak, birileri girecek de onlar da ateş edeceklermiş gibi hazır bekliyorlardı. Yanlarına gittim, sordum:

‘Burada, kapının arkasında koca koca iki kalas dayalı’ dedim. ‘Bu kapı açılacak da, içeri yabancı biri mi girecek sanıyorsunuz yoksa?’

Askerlerden biri gülmeye başladı ve ‘Biz, sizlerin güvenliğinden sorumluyuz’ dedi. ‘Dağlar eşkıya dolu…’

Benim aklını yine kolonlardaydı;

“Eşkiya baskın yapsa, bu kapıyı açamaz ki’ dedim.

Asker yine güldü:

‘Ne olur, ne olmaz’ dedi. ‘Biz vaziyetimizi alalım, bekleyelim.’

Ve sonra yataklarmıza gidip rahat rahat uyumamızı söyledi bize..


Gelecek Yazı: Beşiktaş muhtarı gizli bir haber verdi: ‘Ecnebi askerler, Mustafa Kemal Paşa’nın evini arayacaklar.’