Abdürrahim Tuncak Anlatıyor – 10
Zübeyde Hamm, kendisini istasyonda karşılayan gelin adayı Latife Hanım’ı beğenmeyince, çevresindekilere duyurmamaya çalışarak Başyaver Salih Bey’e şu soruyu sordu:
‘Bu Tren Ankara’ya Dönmez mi?’
Zübeyde Hanım, oğlunun beğendiği kızı, oğlunun isteğine uyarak, görmek üzere özel bir trenle İzmir’e gitti. Yanında, bakımından sorumlu Ayşe, Salih Bozok ve eşi, Ali Çavuş, bir doktor ve Abdürrahim Tuncak vardı.
Salih Bozok anılarının bu konuyla ilgili bölümünde, Zübeyde Hanım’ın İzmir’e gidişini şöyle anlatmaktadır:
“Bir gece yarısı evimde uyurken, telefonumun çalmasıyla uyandım. Telefonun başına gittiğimde, bizzat Mustafa Kemal’in sesiyle karşılaştım:
‘Salih, uyuyor muydun?’ diye sorduktan sonra, ‘Şimdi giyin ve köşke gel’ diye emrettiler.
Derhal köşke gittim. Mustafa Kemal şöyle dedi bana:
‘Bir özel tren hazırlanıyor. Sen de ona göre hazırlanarak, annemle birlikte İzmir’e gideceksin. Yalnız şunu da söyleyeyim ki, şayet yolda anneme emr-i Hak vaki olursa, Ankara’ya yakın iseniz, buraya getirirsin. İzmir’e yakın iseniz, orada, benim kendisini her zaman ziyaret edebileceğim bir yere defnedersiniz.’
Mustafa Kemal’in bu emri üzerine hemen eve geldim. Hazırlığımı tamamladım. Ve yine Paşa’nın izinleriyle, eşimi de alarak, birlikte İzmir’e geldik.
Ankara’dan hareketimizden önce, Latife Hanım’a telgrafla bilgi verilmişti. Tren Karşıyaka İstasyonu’na geldiğinde, Latife Hanım’ı istasyonda, bizi bekler bulduk. Kendisini, Mustafa Kemal’in annelerine takdim ettim. Eşimi de Latife Hanım’a takdim ettikten sonra birlikte, önceden hazırlanmış köşke gittik.
Zübeyde Hanım hastaydı. Ankara’dan birlikte geldiğimiz doktorla birlikte eşim ve benden başka, Latife Hanım da köşkte hastanın başında kaldılar. Vefatlarına kadar da yanlarından ayrılmayıp hastaya, bir hastabakıcıdan daha fazla bir dikkat ve ilgiyle baktılar.
Mustafa Kemal’e her akşam şifre ile annelerinin hastalıkları konusunda bilgi verirken, Latife Hanım’ın hastaya yaptığı hizmetleri de bildiriyordum.
Bir ay sonra hastamız vefat etti. Mustafa Kemal İzmit dönüşü İzmir’e geldiğinde kendilerini Karşıyaka’da karşıladık. Beni kompartmanlarına yalnız olarak davet etti ve şu emri verdi:
‘Ben, Latife Hanım’la evlenmeye karar verdim. Şimdi, babası burada ise, kendisine bu kararımı bildirirsin ve hiç kimseye bir şey söylememesini de ilave edersin.’
Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’ın babası Muammer Bey’i o zamana kadar hiç görmemişti ve tanımıyordu. Onun bu emirleri doğrultusunda hareket ettim. Muammer Bey’e, Mustafa Kemal Paşa’nın kayınpederi olacaklarını söylediğim zaman boynuma sarıldı ve beni, içine kadar çekerek kokladı. Biraz sonra da Mustafa Kemal Paşa, vagonlarından inerek, Muammer Bey’le tanıştılar. Ve Fevzi Paşa, Kazım Karabekir Paşa’yla birlikte, annesinin kabrini ziyarete gittiler.”
Salih Bozok’un anılarından aldığımız bu bölümden sonra aynı olayı ve devamını şimdi de Abdürrahim Tuncak’tan dinliyoruz:
Ankara’dan bindiğimiz tren, galiba bir hafta sonra İzmir’e varabildi. Karşıyaka İstasyonu’nda bizi, Latife Hanım karşıladı. Salih Bey, Latife Hanım’ı anneme takdim etti. Latife Hanım, Zübeyde Hanım’ın elini öptü ve şöyle dedi:
‘Çok iyi ettiniz de geldiniz. İnşallah sizi rahat ettiririm.’
Zübeyde Hanım teşekkür etti:
‘Sizi rahatsız etmezsek, bir müddet kalmaya geldik’ dedi.
Latife Hanım şöyle karşılık verdi: ‘Estağfurullah, efendim’ dedi. ‘İnşallah sizi rahat ettiririm. Şerefle hoşgeldiniz. Umarım, iyi bir tebdil hava yapmış olursunuz.’
Bu tanışma konuşmalarından sonra Latife Hanım, başta annem olmak üzere, hepimizi Karşıyaka’daki köşküne davet etti. Samimiyetle itiraf edeyim, Zübeyde Hanım hiç de beğenmedi Latife Hanım’ı.
‘Pek de ufak tefekmiş’ dedi. Sonra, etraftakilere duyurmamaya çalışarak Salih Bey’e şöyle dedi:
‘Bu tren dönemez mi? Ankara’ya dönemez miyiz?’
Annemin bu sözlerini Salih Bey, duymamış gibi yaptı, trenden iniş hazırlıklarına girişti. Köşk, istasyona çok yakındı. Birlikte, Latife Hanım’ın köşküne gittik. Latife Hanım geceleri Göztepe’deki köşklerinde kalır, gündüzleri Karşıyaka’ya gelir, bütün gününü bizle birlikte geçirirdi. Zübeyde Hanım rahatsız olduğu için ona hazırlanan perhiz yemeklerini bizzat kendisi kontrol ederdi. Zübeyde Hanım’ın rahatsızlığı giderek artmaya başlayınca, başından ayrılmadı.
Annemin doktoru, Asım Bey’di. Ankara’dan birlikte gelmiştik. Annemi bir saniye bile yalnız bırakmıyordu. Odada bir akşam kendisi, Salih Bey ve ben vardım. Annemi bir kez daha muayene ettikten sonra, üzgün bir ifadeyle Salih Bey’e şöyle dedi:
‘Maalesef… Maalesef, ümit yok artık.’
Annemin ölmek üzere olduğunu anlamıştım. Kendimi tutamadım, bağıra bağıra ağlamaya başladım. Doktor Yüzbaşı Asım Bey, benim ağlamama çok kızdı:
‘Sen dışarı çık bakayım, Abdürrahim’ dedi. Dışarı çıktım, orada devam ettim hüngür hüngür ağlamaya. Bir saat sonra Salih Bey de dışarı çıktı. Çok üzgündü. ‘Hepimizin başı sağolsun’ dedi.
Annem ölmüştü. O günün tarihi, 15 Ocak 1923’tür.
Salih Bey hemen, Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekti. Mustafa Kemal Paşa yoldaymış. Annesinin ölüm haberini, İstanbullu gazetecilerle İzmit’te yaptığı toplantı sırasında almış. İzmit’teki toplantı çok önemli olduğu için programını bozmamış.
(Özel not: Mustafa Kemal İzmit’te, İstanbul gazetelerinin başyazarlarıyla iki gün sürecek bir toplantı yapıyor ve hilafetin kaldırılması konusunda kesin kararlı olduğunu açıklıyordu. Bu toplantı sırasında annesinin ölüm haberi telgrafı Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşır. İlgili yazıyı okumak için tıklayınız)
Cenaze evde bir gün bekletildikten sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafı geldi. Bu telgraf aynen şöyleydi:
‘Başkumandanlık Başyaveri Salih Bey’e,
Verdiğiniz elim haber beni çok müteessir etti. Merhumenin defin törenini münasip bir tarzda yaptırınız. Cenab-ı Hak millete hayat ve selamet versin.
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal.’
İzmir’de vali, Abdülhalik Renda Bey’di. Askeri komutan, Salih Bey, Latife Hanım da bulundular cenazenin kaldırılmasında. Hep birlikte Karşıyaka’da, bir türbenin bahçesine gidildi. Türbenin bahçesi, yüksek bir duvarla çevriliydi. Annemi o bahçeye, duvarların önüne gömdüler.
Birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa geldi. Üzüntüsü yüzünden okunuyordu. Bu üzüntülü ifadesini hiç değiştirmeden bana elini uzattı, yanağımı avucuyla okşadı, sıktı. Hemen eline uzandım, elini öptüm. Gözlerini, benim gözlerimin içine dikti. O bana baktı, ben ona baktım.
‘Anamızı kaybettik’ dedi ve sustu, başka tek kelime söylemedi.
Bir süre sonra yanındakilere döndü:
‘Mezarına gidelim’ dedi.
Yanında, Fevzi Çakmak Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Abdülhalik Renda, komutanlar ve Cevat Abbas Bey vardı. Hep birlikte, ‘Büyük Ana’nın mezarına doğru yürümeye başladık. Mezar, iki kilometre kadar uzaktaydı. Bu yolu hep yürüyerek gittik. Zübeyde Hanım’ın mezarının çevresi, palmiye dalları, çiçekler, yeşilliklerle çevriliydi.
Mustafa Kemal Paşa, son derece üzgün bir yüz ifadesi ve son derece üzgün bir sesle, annesinin mezarı başında bir konuşma yaptı. Salih Bey, onun konuşmasını hızlı hızlı not ediyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın, Salih Bozok tarafından saptanan bu konuşması şöyledir:

“Zavallı validem, bütün millet için mefkure olan İzmir’in mukaddes topraklarına tevdi-i vücud etmiş bulunuyor.
Arkadaşlar, ölüm, hilkatin en tabii kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber, bazen ne hazin tecelliler arzeder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren bir idare-i keyfiyenin kurbanı olmuştur. Bunu izah için, müsaade buyurursanız, hayat ızdırabının birkaç noktasını arzedeyim.
Abdülhamid devrindeydi, 320 tarihinde okuldan henüz, Erkan-ı Harp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayatta ilk atılımımı yapıyordum. Fakat bu atılım, hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten, beni bir gün aldılar ve istibdad yönetiminin zindanlarına koydular.
Annem bundan, ben ancak hapisten çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmek için İstanbul’a geldi. Fakat orada, kendisiyle sadece üç beş gün görüşebilmek nasip oldu. Çünkü tekrar, istibdad yönetiminin hafiyeleri, casusları, cellatları, evimizi aramış ve beni alıp götürmüşlerdi.
Annem, ağlayarak arkamdan izliyordu. Beni sürgüne götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi yasaklanmış olan annem, Sirkeci rıhtımında gözyaşları, elem ve kederler içinde kalmıştı.
Sürgünde geçirdiğim senelerde anam, hayatını ızdırap ve gözyaşları içinde geçirmiştir. Bir başka nokta daha:
Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğimde, annemi muzdarip bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kalmıştım. Yanında, kendisinin koyduğu bir adamım vardı. Bunu, Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman annem, bu adamın yalnız olarak geldiğini öğrendiği zaman, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirilmiş olduğunu zannetmiş ve bu ızdırap da kendisine felç gelmesine sebep olmuştu.
Ondan sonra bütün mücadele seneleri, onun hayatını elem ve ızdırap içinde geçirmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların daima tazyik ve işkencesi altında kalmıştı.
Evi, binbir türlü sebep ve bahanelerle basılır, arattırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem, üçbuçuk senenin gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona, gözlerini kaybettirdi. Sonunda, pek yakın bir zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuştuğumda, artık maddeten ölmüştü. Sadece manen yaşıyordu.
Annemi kaybetmekten şüphesiz, çok üzgünüm. Fakat bu üzüntümü hafifleten bir husus vardır ki, o da anamızın, vatanı mahv harabeye götüren idarenin, artık bir daha geri dönmemek üzere, mezar-ı ademe götürülmüş olduğunu görmesidir.
Annem, bu toprakların altında. Fakat milli hakimiyet, ilelebed payidar olsun.
Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, milli hakimiyet ilelebed devam edecektir. Annemin ruhuna adadığım vicdan yeminimi tekrar edeyim. Annemin kabri ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum:
Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve koruduğu hakimiyetin korunması ve savunulması için gerekirse, annemin yanına gitmekte asla tereddüd etmeyeceğim. Milli hakimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.”
Gelecek Yazı: İzmir kadısının Muammer Bey’in köşkünde kıydığı nikahla Mustafa Kemal ve Latife Hanım evleniyorlar ve…Geline maddesel değer biçilmesi geleneği uyarınca Latife Hanım’a değer biçiliyor.. ’40 gram gümüş…’