Abdi İpekçi’nin Atatürk’ün Fotoğrafçısı Cemal Işıksel İle Röportajı

Atatürk’ün ünlü fotoğrafçısı Cemal Işıksel ile Abdi İpekçi’nin bu röportajı, 06-11-1972’de Milliyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır. Ayrıca Cemal Işıksel’in çektiği Atatürk fotoğraflarına, röportajı okuduktan sonra buradan göz atabilirsiniz.


Hayattaki gazete fotoğrafçılarının en eskilerinden olan Cemal Işıksel İstanbul’da doğmuş, ilk öğrenimini Eskişehir’de, orta ve lise öğrenimini de Ankara’da yapmıştır. 1925 yılında Hukuk fakültesinde okurken gazete fotoğrafçılığına başlamış. 1962’ye kadar aralıksız 36 yıl bu meslekte çalışmıştır. Özellikle Atatürk’e dair çektiği fotoğraflarla ün yayan Işıksel, emekliye ayrıldıktan sonra kendini Atatürk’ü fotoğraflarıyla tanıtmaya adamıştır. Bu amaçla bir albüm yayınlamış, yurdun birçok yerinde sergiler açmış ve Ankara’daki evini Atatürk müzesi haline getirmiştir.

Ankara’dan İstanbul’a saat 17’de kalkan bir ekspres vardı. Resimlerimi o trenle gönderir 3 gün sonra gazetede çıkardı. Üstelik o tarihlerde flaş da yoktu. Bin zorlukla resim çekerdik


İPEKÇİ – Cemal bey, fotoğrafçılığa ne zaman ve nasıl başladınız?

IŞIKSEL – Efendim lisede talebe iken, Ankara’da Yüksek Din Kurulu üyesi olan babamın teşvikiyle fotoğrafçılığa başladım. Babam aydın bir din adamıydı ve bana hediye ettiği fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekmeyi öğrendim…

İPEKÇİ – Bu olay kaç yıllarında oldu?

IŞIKSEL – 1920’lerde.. Bir yıl sonra, rahmetlİ Hakkı Tarık Us (Vakit gazetesinin sahibi) beni gördü. Çektiğim resimlerden gazetesine istedi. Yaptım verdim. Bana ‘sen devamlı olarak hadiselerin resimlerini çek, Vakit gazetesinin muhabiri ol’, dedi. Böylece Hakkı Tarık Us beni gazeteciliğe teşvik etmiş oldu. Liseyi bitirdim. Hukuk Fakültesine girdim. Fakat gazetecilik beni büyülemişti, bağlamıştı. Gazetecilikten ayrılamadım. 1926’dan 1962’ye kadar Cumhuriyet’in devamlı olarak Ankara fotoğraf muhabirliğini yaptım. 1929’da Atatürk’ün emriyle Ulus gazetesinin foto muhabirliğini de üstüme aldım. 1943’e kadar, 14 yıl…

İPEKÇİ – O sıralarda Ankara’da gazete fotoğrafçılığı nasıldı? Herhalde sayıca fazla değildi gazete fotoğrafçıları?

IŞIKSEL – Başladığım zaman yalnızdım, ondan dolayı Ankara basınının bir numaralı gazete fotoğrafçısı idim. Benden sonra başka arkadaşlar geldiler, gittiler, çalıştılar, terkettiler. Benim gibi devamlı olanı çıkmadı. Zaman oldu beş, altı tane gazete fotoğrafçısı vardı, fakat hiç biri tutunamadı. Ben ömrümü bu meslekte geçirdim. Bundan dolayı da çok memnunum. Hiç bir gün nadim olmadım.

Cemal Işıksel, hazırladığı Atatürk kitabının ilk nüshasını 10 Kasım 1969’da saat 09.05’de Anıtkabir’de Atatürk’e sunarken

İPEKÇİ – 1925’lerde, yani mesleğe ilk başladığınız sıralarda o günlerin şartlarında gazete fotoğrafçılığı yapmak zor muydu? Özellikleri neydi? Ne gibi güçlüklerle karşılaşırdınız?

IŞIKSEL – Zordu. Her yere sokmazlardı. Her yere girilmezdi. Her yere almazlardı. Bazı yerlerde tanıdıkları için sadece beni alırlardı. Buna rağmen yine de bir çok müşkülatla karşılaşırdık.

İPEKÇİ – Şu halde bir kere resmi yetkililerden gelen bir engelleme vardı. Malzeme bakımından neydi durum?

IŞIKSEL – Bugünkü teknik yoktu ve gayet basitti. Bugünkü gibi flaş, kuvvetli objektir, kuvvetli film bunların hiçbiri yoktu. Biz, kabiliyetimizle ne alabilirsek, salonun kendi ışığı altında onları tespit ederdik.

İPEKÇİ – Evet, kapalı salonlarda, yahut güneş ışığının olmadığı hallerde nasıl çekebilirdiniz resimleri?

IŞIKSEL – Elektrik ışığından istifade ederdik. Film banyosunu da kuvvetli yapardık… Bu suretle bugünkü noksanlıkları telafiye çalışırdık. O vakit resim çekmek bir hayli güçtü. Gazete fotoğrafçılığı hele bambaşka bir meslek. Onun hadiselerini bilerek resmini almak şart. Gidip de hâdiseyi bilmeden, sıkır şıkır resim alırsınız, hâdiseyi ifade edemezsiniz. Aldığınız bir tek resim, sayfalarca yazılmış olan yazıyı altüst edebilir. Resmin kıymeti mühimdir.

İPEKÇİ – O zamanlar geçiminizi sadece gazete fotoğrafçılığından mı sağlıyordunuz?

IŞIKSEL – Evet.

İPEKÇİ – Yetiyor muydu aldığınız para, geçiminizi sağlamaya?

IŞIKSEL – Yetiyordu, Fazla bir ihtirasım yoktu. Evim vardı. 1935’de apartman yaptırdım. Bugün benim emekliliğim falan hiçbir şeyim yok.

İPEKÇİ – Yani 10 yılda gazetecilikten kazandığınız para bir apartman yapmaya yetti?

ISIKSEL – Yetişmedi ama, borçlandım, o borcu yavas yavaş ödedim.

İPEKÇİ – Yani her halilkarda o günlerde gazetecilikten kazandığınız para, bir sıkıntılı hayat yaşamaya mecbur etmiyordu?

IŞIKSEL – Hayır.

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Aydın seyahati sırasında bir hanımla konuşurken. Fahrettin Altay, Salih Bozok, Recep Peker. Foto: Cemal Işıksel, 4 Şubat 1931 Not: Fotoğraf karesi internet sitelerinde “Kayseri Garı’nda bir kadının derdini dinlerken. 19.11.1930” altyazısı ile paylaşılıyor. Ancak söz konusu fotoğrafla ilgili verilen bu yer ve tarih bilgisi yanlıştır. Fotoğrafı çeken Cemal Işıksel’in verdiği bilgiye göre: Yer: Aydın, tarih: 4 Şubat 1931. Bkz:15 Kasım 1972 tarihli Milliyet gazetesi.

İPEKÇİ – Başka özellikleri neydi o dönemde fotoğrafçılık yapmanın? Yani resmi makamlardan guclüklerle karşılaştınız, teknik bakımdan yetersizdi. Bunların dışında?

IŞIKSEL – Teknik bakımdan sıkıntımız şu oluyordu; gece karanlık yerlerde resim çekmek çok güçtü. Bundan dolayı bazı resimleri alamıyorduk bugünkü gibi; gazete 24 saat önceki hadiseleri neşrediyordu.

İPEKÇİ – Siz İstanbul gazetelerine yolladığınız zaman resimlerinizi o hadiseden birkaç gün sonra yayınlanmış oluyordu degil mi?

IŞIKSEL – Bir zamanlar ekspres Ankara’dan saat 5’de hareket ederdi. Ertesi günü İstanbul’a gelirdi ve o gün benim resimlerimi alırlar, daha ertesi gün gazetede çıkardı. Bu şekilde 36 saat sonra çıkıyordu. Bazen tayyareler olurdu, o tayyarelerden istifade ederdik.

IPEKÇİ – Tayyarelerden ne zamandan itibaren istifade edilirdi?

IŞIKSEL – Bir ecnebi tayyaresi Ankara’ya uğrar, Ankara’dan İstanbul’a giderdi. Onun acentesi ile tanışırdım, ahbabımdı. Onlar haber verirlerdi. Ben o vakit günü gününe resmi gazeteme yetiştirirdim. Ertesi günü resim çıkardı.

1930 yılında Atatürk Ege Vapuru ile Tranzon’a giderken, Cemal Işıksel de aynı gemideydi… Ege Vapuru’nda Cemal Işıksel’in çektiği fotoğraflar için tıklayınız.

İPEKÇİ – Kaç yıllarından itibaren istifade etmeye başladınız uçaklardan?

IŞIKSEL – 1930’dan sonra.

İPEKÇİ – Cemal bey öyle zannediyorum ki, Atatürk’ü en yakından izleyebilmiş fotoğrafçısınız. Herhalde Atatürk ile ilgili bir çok anılarınız olsa gerek. Sizin mesleğinize Atatürk ilgi gösterir miydi? Sizin işinizi kolaylaştırır mıydı? Yahut fotoğrafını çekerken belirli bazı özelliklere uymanızı sizden ister miydi?

IŞIKSEL – Efendim ben Atatürk’ün hususi fotoğrafını çekmezdim. Hadise içerisinde Atatürk’ün resimlerini alırdım. Portre yapmazdık. Gazeteci idim. Binaenaleyh hadise içerisindeki Atatürk resmi lazimdı. Bunu da alırken Atatürk hiç bir zaman mümanaatta bulunmazdı. Ve ben resim alacağım zaman, resim alacagim ânı bilerek, hareket edeceğimden emin olarak o konuşmasını yapardı. Ben de bu esnada en münasip pozunu yakalardım. Biçimsiz bir pozunu hiç bir zaman almadım, olmazdı da zaten. Hiçbir defa hiçbir vesile ile çektiğim resimleri kontrol etmek veya bana şu şekilde resim çek diye direktif, plan da verilmemiştir Atatürk tarafından, hele hiç böyle bir şeyle karşılaşmadım. Atatürk’ün bana itimadı da vardı. Gece resimlerini alırken, veyahut da ışık müsait olmayan yerde resmini alırken, o devirlerde flaş yoktu, Atatürk’ün bilhassa resmini alırken, magnezyum kullanılmazdı. Çünkü magnezyum patlayıverince gayri ihtiyari Atatürk gözlerini kapatardı, herkes gibi. Onun için magnezyumla resim alınmasını istemezdi. Onun istemediğini hissettiğimden dolayı, hiçbir defa magnezyumla resmini almaya teşebbüs etmedim. Ve salonun kendi ışığından istifade ederek mümkün olan resimleri alırdım.

İPEKÇİ – Çektiğiniz resimler arasında onun en çok hoşuna giden hangisi idi? Böyle bir tercihini belirtmiş miydi size?

IŞIKSEL – Ben resimlerimi ona her zaman götürüp göstermezdim. Bir vesile ile mesela çiftlikte çekmiş olduğum resimlerden bir grup yanımda vardı, gazeteme gönderecektim. Yine çiftliğe gittim, resmini çekecektim. O esnada kendisine resimleri göstermek aklıma geldi. Resimleri gösterdim. Resimlerin hepsini de gayet neşeli olarak seyretti, gülerek ve hiçbir tanesinde kusur görmeden seyretti ve bana ‘güzel’ diye iade etti.

İPEKÇİ – Fotoğrafçı gözüyle Atatürk’ü nasıl görürdünüz?

IŞIKSEL – Bilmiyorum hangi tesir, bana telefon edildiği zaman veyahut Atatürk geliyor diye bir haber aldığım zaman gayri iradi bir elektriklenirdim.

İPEKÇİ – Neden?

IŞIKSEL – Bir tesir altında kalırdım. Resmini alırken de daima bir tesir altında olurdum. Onu bir türlü izah edemem. Ben bu tesiri başka hiç kimsede görmedim. Birçok kralların resimlerini çektim, birçok başvekilin resimlerini çektim, birçok devlet büyüklerinin resimlerini çektim. Atatürk’teki elektriklenmeyi hiçbirisinde görmedim, olmadım.

İPEKÇİ – Bakışlarının yarattığı tesir miydi acaba?

IŞIKSEL – Bir defa gözünün içerisine bakamadım, hayatım boyunca. 1925’den 1938’e kadar 13 sene gayet yakından takip ettim, gece ve gündüz.. Kendi emirleriyle birkaç seyahatine iştirak ettim. Öyle olmasına rağmen, katiyen gözünün içine bakmak nasip olmadı, bakamazdım. Bakmak istediğim zaman gayri iradi gözlerim öne eğilirdi. Bunu yalnız ben söylemiyorum. O devirde Ankara’da ecnebi devletleri temsil etmiş ve bilâhare hatıralarını yazmış olan sefirlerin kitaplarında da gördüm. Binaenaleyh onun gözlerinin kudreti vardı.

İPEKÇİ – Atatürk’ün özel isteği ile tesbitini üzerinize aldığınız hadiseler veyahut geziler var mıydı?

IŞIKSEL – Var, Afgan Kralı Ankara’ya geldikten sonra İstanbul’a gitti ve İstanbul’dan da Batum’a geçti. O Ankara’dan sonraki kısımda Atatürk beni vazifelendirdi. Kral’ın maiyetine verdi. Ben Argan Kralı ile İstanbul’a geldim ve İstanbul’dan da Batum’a kadar gittik. Fahrettin Paşa mihmandarı idi. İran Şahı geleceği zamanda da yine Atatürk’ün emriyle İran Şahını karşılamaya hududa gittim. Atatürk emir vermiş hariciyeye. Hariciye beni buldu ve bana bu emri tebliğ ettiler. Alelacele ben o heyetle gitmiştim. Ve İran Şahından da resim çekerken daima kolaylık gördüm. Halbuki maiyeti ‘aman sokulmayın Ala Hazretin yanına, sinirlenir, kızarlar, hiddet ederler’ demişlerdi. Ona rağmen ben iki metreye kadar yakınına sokulmuş, resimlerini almıştım. Hiçbir zaman bir hiddet eseri göstermedi ve memnun olurdu, poz verirdi bana. Ve hatta Ankara’ya geldikten sonra Çankaya’da Atatürk’le beraber resmini alırken, Atatürk benim için Şah’a «Bizim çocuğumuzdur. sizin emrinize gönderdik, sizi rahatsız etti mi?» diye sormuştu. Şah da çok memnunem diyerek Azeri Türkçesiyle Atatürk’e cevap verdi. Bunlar benim için tabii kıymetli birer hatıra. İzmir’de bir balo verilmişti. O baloda hanımlar arasında Atatürk’le beraber Şah’ın da resmi çekildi. Şah sonra bu resmin camlarını istedi ve camlar imha edildi. Fakat benim çektiğime Şah kat’iyen birşey söylemedi, benden istemedi. Bir de 1933’de Cumhuriyetin 10. yıldönümü dolayısıyla Voroşilof’un riyaseti altında bir Rus heyeti gelmişti. Karahan da vardı. Onların da Ankara’dan sonraki seyahatlerine yine Atatürk’ün arzuları ile iştirak ettim. İzmir’e gittik. Ordan Çanakkale’ye geçtik. Çanakkale’de Voroşilof’un Orgeneral İzzettin Çalışlar mihmandarlığını yapıyordu. Çanakkale, Anafartalar harplerinin yapıldığı yerleri gösterdi. O sırada siperler felan henüz daha kaybolmamış vaziyette duruyordu. Bir siperin içerisinde bir postal ve bir de dizden kopmuş bir ayak iskeleti gördüm, aldım İzzettin Çalışlar’a getirdim ve ‘bu ne ayağı diye sordum.’ Bana ‘bu İngiliz postalıdır ve İngiliz ayağıdır’ dedi. Onun üzerine bu postal ve ayak iskeletini Voroşilof’a verdim. Voroşilof bana tercüman vastası ile şöyle dedi: ‘Bunu askeri müzeye bir camekân içerisine koyun ve altına şunu yazdırın: ‘Bu memlekete göz dikenin, bu memlekete gelenin akıbeti budur.’

İPEKÇİ – Yapıldı mı böyle birşey?

IŞIKSEL – Yapılmadı. Gayet tabii olarak, ben orda bulunan subaylara verdim onu, fakat ondan sonrasını bilmiyorum.

İPEKÇİ – Atatürk’e ait sizi en çok etkileyen bir hatıra nedir?

IŞIKSEL – Pek çok var. Fakat bunların içerisinde en karakteristik olanı şu: 1932 senesinde Birinci Tarih Kongresi sırasında kongre azalarına Marmara Köşkü’nde bir çay verildi. Ben de gittim. Orda resim çekmek için münasip bir poz bekliyordum. Atatürk beni gördü. Döndü etrafını almış olan tarih profesörlerine, tarih hocalarına, ‘Bu memlekette’ dedi. ‘Bütün istibdatları yıktık, yalnız şu Cemal’in istibdadından kurtulamadık. Söyle bakalım, nasıl resim çekmek istiyorsun, nerde duralım nasıl duralım?

Ben tabi ezildim büzüldüm, ‘nasıl emrederseniz Paşam’ dedim. Çünkü böyle bir iltifatı beklemiyordum. ‘Etrafınıza’ dedim, ‘gelsin profesörler, öyle bir resim çekeyim.’

‘Peki haydi gelin bakalım’ dedi. Benim en güzel hatıralarımdan bir tanesi bu. Bir de O’nun görüşlerinin kudretini gösteren bir hikâyem var. 1929’da Tahtakale yangını başlamıştı. Ben o vakit askerliğimi yapıyordum muhafız taburunda. Yangın olduğunu görünce hemen makinemi aldım, koştum yangın yerine. Yangının resimlerini almaya çalışıyordum. O esnada ‘Gazi geliyor’, dediler. Hemen ben de vaziyetimi aldım. Geldi, yangının aydınlığından istifade ederek Atatürk’ü tesbite çalışıyordum. O esnada bana şunu söyledi: Başıbozukluk, paçandan akıyor.’ Bana bunu söylediği zaman gece saat 3’dü. Hemen bir esas vaziyeti aldım. Şöyle bir baktım, meğersem tozluğumun bağı çözülmüş, sarkıyor. Hemen ordan yok oldum, bağı başladım, tekrar geldim, başladı gülmeye. Öyle bir hengâmede, öyle bir anda asker kıyafetiyle bir gazetecinin tozluğunun bağının çözüldüğünü görüyor… Kimsede ben bu dikkati görmedim.

İPEKÇİ – Daha sonraki dönemleri de düşünerek meslek hayatınızın en ilginç, sizi en fazla etkilemiş olayını hatırlayabilir misiniz?

IŞIKSEL – Vallahi birçok hâdiselere şahit oldum. Bir çok hadiseleri tespit ettim. Lalettayin zamanlarda dahi, Atatürk’ün resmini çektiğimde duyduğum heyecanı başka hadiselerde pek duymadım. Yalnız 1939’un sonunda Erzincan zelzelesine gitmiştim İsmet Paşa ile beraber. Orda da bir hayli heyecan ve hadiselere şahit oldum. Bir de şu beni çok etkiledi: 1938 senesi ilkbaharında Kırşehir’in Köşker nahiyesinde zelzele olmuştu. Zelzele yerini öğrendik. Ulus’ta da çalışıyordum. Ulus bizi bir muhabir arkadaşla Kirşehir’in Köşker nahiyesine yolladı ve şafak sökerken zelzele sahasına geldik. İniltiler, ahlar, vahlar, yangınlar… Böyle bir manzara… Ve oraya giden ilk yardım diyeceğim veyahut da zelzeleden sonra ilk giden kimse olmak dolayısı ile hemen etrafımızı aldılar. Bizim kim olduğumuzu sordular. Sağ kalanlar, kimi yaralı, kimi yarasızdı. Gazeteci olduğumuzu öğrendikten sonra köylülerin bize sordukları sual şu oldu: ‘Atatürk’e hasta diyorlar. Nasıl hastalığı?’ Orada bütün tüylerim diken diken oldu. Ve bir de orada duyduğum heyecanı hiçbir zaman unutamayacağım.

İPEKÇI – Kaç yılında olmuştu bu?

IŞIKSEL – Bu 1938 senesinin nisan aylarında idi ki Atatürk’ün birinci hastalık devresine rastlıyordu. Adamlar kendi dertlerini unutmuş, Atatürk’ü soruyorlar. Bunun mânası çok büyük.

“Bütün çektiğim fotoğrafları tarihlendirdim”

İPEKÇİ – Cemal bey, bütün çektiğiniz fotoğrafların filmlerini saklayıp bir arşiv mi yaptınız?

IŞIKSEL – Bütün çektiğim fotografların filmlerini tarihlendirerekten sakladım ve hepsi arşivimde, muntazam bir vaziyette durmakta.

İPEKÇİ – Hiç bozulmadılar mı?

IŞIKSEL – Arasında birkaç tane bozulana rastgeldim. Fakat kısmı küllisi bozulmadı. Çünkü banyosunda ve yıkanmasında gayet hassas davranırdım, titiz davranırdım. Onun için filimlerimde bozulanlar olmadı. 1932’ye kadar 10-15 makina ile çalıştım. Soyadınız ipekçi olduğu için sorayım, Cevdet İpekçi vardır, tanır mısınız?

İPEKÇİ – Evet, pederimdi.

IŞIKSEL – Ben ikinci makinamı 1925’in sonunda ondan almıştım. 10-15 refleks makine İdi. 1932’ye kadar o makine ile çalıştIm. 1932’de bir Alman mecmuasında (Leica)nın reklamını gördüm. Ve Zeiss fabrikasına mektup yazdım. Bu makinadan istedim. Çünkü Türkiye’de Leica makinası yoktu. Bu bana 1932 senesinin eylülünde geldi. O tarihten itibaren de hep Leica ile resim çektim.

İPEKÇİ – Türkiye’de Leica kullanan ilk siz miydiniz?

ISIKSEL – Türkiye’de gazeteciler arasında Leica makinasını kullanan ilk benim. İstanbul’daki arkadaşlar benden gördüler, benden bir sene sonra onlar da aldılar.

İPEKÇİ – Demek ki 1925’de başlamıştınız. Şu halde 30 yılı aşkın bir meslek hayatınız var. Bu 30 yıl içinde bütiin fotoğrafların filmlerint muntazaman sakladınız.

IŞIKSEL – Hepsi bende, saklı. Zaten bundan dolayı Şükrü Kaya 1933’de, Ulus’un yıldönümü çayında beni görememiş. ‘Cemal nerde?’ diye sormuş. Söylemişler. ‘Cemal’ demiş, ‘Ankara’nın tarihi, canlı tarihi. Binaenaleyh Cemal’sız Ankara tarihi olamaz.’ Bunu bana Ankara’daki müzemi ziyaret eden, bu sözü duyan birisi, müzemi ziyaret sırasında hatıra defterine yazmış, ben de o suretle öğrendim.

İPEKÇI – Aşağı yukarı kaç filminiz var böyle saklanmış? Belli mi takriben?

IŞIKSEL – Vallahi 10 binin üstünde.

İPEKÇİ – Şu halde elinizde Cumhuriyet tarihinin ilk dönemlerini en iyi şekilde aksettiren büyük bir arşiv, bir hazine var. Bu hazineyi değerlendirmek için bazı teşebbüslerinizi biliyorum. Bir Atatürk albümü çıkardınız.

IŞIKSEL – Efendim, o benim senelerden beri, Atatürk’ün ölümünden sonra yapmak istediğim bir eserdir. Albümü hazırladım. Temiz birşey olsun diye Almanya’da bastırmak istedim, bu sırada harp patladı, bıraktım. O vakit Almanya’daki matbaalar 80 bin mark fiyat vermişlerdi. 1945’de Allah rahmet eylesin Hasan Ali Yücel alakalandı. Maarif Matbaası da basmak istedi. Numuneler bastırdık. İstediğim netice olmadı. Yine kaldı. Ta ki 1965 senesinde ilk sergimi, Alman Kültür Heyeti’nin ricasıyla açtım. Halk benden bu resimleri bir kitap halinde basmamı istiyordu. ‘Bunu yapmak senin borcun, yapabilirsin’ diye de ısrar ettiler. Ben de kendilerine vadettim ve hiç kimseden yardım görmeden kitabımı yaptım. Atatürk’ün hayatını fotoğraflarla kronolojik bir sırayla ve her resmi tarihleriyle çektirdiği yerleri göstererek, birer tarih vesikası niteliğinde olarak, neşrettim. Kitabımın da ilk baskısını bir kırmızı kadife kutu içerisine koyarak 10 Kasım 1969’da saat 9.30’da altı tane kırmızı gülle beraber Atatürk’ün kabrine bıraktım. Ondan sonra kitabımı satışa çıkardım. Çünkü benim bütün gayem, bütün arzum, o insanı elimdeki imkanlarımla tarihe maletmek ve benim bu yaptığımı da iftiharla söylerim, yapacak pek olan yok.

İPEKÇİ – Aslında sizin elinizdeki imkanlar öyle zannediyorum ki, bunun dışında, çok az kimsenin yapabileceği başka şeyleri yapmaya da yardım edecek durumda; değil mi? Binlerce film ve resim var elinizde. Ve bunlar yalnız Atatürk’ün hayatı bakımından değil, Cumhuriyet döneminin…

IŞIKSEL – Cumhuriyet tarihi bakımından da kıymet ifade eder. Ve onlar sadece bende var. Benim resimlerimin bir hususiyeti, tarihleri vardır ve çekildiği yerler vardır. Ben öyle ansiklopediler, böyle Atatürk resimleri neşreden kitaplar gördüm ki, hepsinde birçok yanlışlıklar var. Bir ansiklopedide 1921’de diyerek Atatürk’ün elinde şapka ile bir resmini koyuyorlar. Daha 1921’de şapka olup olmadığını bilmiyor o ansiklopedinin tertip heyeti. 1921’de Atatürk eline değil, ağzına bile şapkayı almamıştı. Şapka 1925’in ağustosunun sonunda Kastamonu’da ağıza alındı ve başa giyildi. Binaenaleyh bunlar az yanlış değildir. Dikkatsizliktir. Benim 1926’da çekmiş olduğum ve kitabıma koymuş olduğum bir manevra resmini, bir resmi müessese, kalkıyor Çanakkale’de Atatürk, diye koyuyor. Kendilerine söyledim ve sordum. Çanakkale’de giyilen elbise bu muydu? Çanakkale’deki üniforma bu muydu? Ondan sonra ayıldılar. Binaenaleyh resimlerin tarihi çok mühimdir. Ben ona titizlikle dikkat ederim. Benim elimde bugün ikiyüze yakın Atatürk’e ait sağdan soldan topladığım resimler de var. Ama bunların kısm-i azamisini tarihlendiremedim. Tarihlendiremediğimden dolayı bir köşede duruyor. Kitaplardan, nutuklardan, hatta içinde bulunanlara da müracaat ettim vakti zamanında. Onlar dahi unutmuşlar nerede çekildiğini. Ama ben tesadüflerle bazılarını tarihlendirdim, istifade edebileceğim onlardan da. Bende tarihsiz resim yok. Tarihi vesika benim bütün gayem. Ve bir resmi kullanırken tarihini zikrederim. Ben de kendi hazırladığım Atatürk’ün hayatına ait bir kronolojik not defterim var.

İPEKÇİ – Ne gibi?

IŞIKSEL – Mesela Atatürk Çanakkale’ye ne zaman gitmiş, ne zaman dönmüş, ne zaman orada hastalanmış, ne zaman Edirne’de tedavi görmüş, ne zaman Şark’a gitmiş… Bunların hepsinin tarihleri var.

İPEKÇİ – Yani fotoğraflarınızla ilgili olarak değil?

IŞIKSEL – Fotoğraflarla ilgili değil.

İPEKÇİ – Ne maksatla yapıyorsunuz bunu?

IŞIKSEL – Bunu, Atatürk’ün hayatına ait, bu hadiselere ait resimleri aramak için. Kendimde olmayan ve Cumhuriyet devrinin bütün hadiselerini, tarihlerini tesPit ettim. Bende olan resimleri kendimde tarihli olarak durmakta. Kendimde bulunmayan, mesela İzmir’de, İstanbul’da, bilmem Erzurum’da çekilmiş olanları da zaman zaman oralardan arattIm, buldum, onları tarihlendirdim.

İPEKÇİ – Bu hazırlık yeni bir kitap yayınlamak için mi?

IŞIKSEL – Hayır. Bunu ben 1936’dan beri yapıyorum. Ve tabii kitabımı yaparken bundan çok istifade ettim.

“Sergi herkese açıktır ancak resim satışı yoktur”

İPEKÇİ – Zannediyorum ki, elinizdeki belgeleri kitap dışında değerlendirmek için bazı teşebbüsleriniz oldu. Bir müzeniz var.

IŞIKSEL – Evet, Ankara’da halka göstermek için apartmanımda bir daireyi Atatürk Fotoğraf Müzesi haline getirdim üç sene evvel. Orada resimleri zaman zaman değiştiriyorum. Ve halkın gelip görmesine tahsis ettim. Pazar’dan gayri her gün ögleden sonraları açıktır, parasızdır. Resim satışı yoktur.

İPEKÇİ – Yalnız Atatürk’le ilgili?

IŞIKSEL – Yalnız Atatürk’e ait resimler. Altında nerede, ne zaman, ne vesile ile çekilmiş diye kısa kısa izahları vardır. Halk geliyor, görüyor, gençler geliyorlar, görüyorlar. Atatürk’ü tanıtmaktan zevk duyuyorum.

İPEKÇİ – Bu resimler hep aynı resimler olarak mı kalıyor, yoksa değiştiriyor musunuz?

IŞIKSEL – Üç ayda bir, dört ayda bir resimleri değiştiriyorum. Yazın kimse gelmediği için kapalı oluyor. Cumhuriyet Bayramları açıyorum ve başına birisini oturtuyorum. Günde beş saat açık kalıyor. İstanbul’da iki defa sergi açtım. Ankara’da apartmanımdaki devamlı olarak açık bulunmakta. Geçen sene Adana’ya gittim. Bir sergi açtım. Şimdi de Tarsus’tan Amerikan Koleji bir sergi rica ediyor. Ölüm yıldönümünde orada bir sergi açacağım. Elimde sergileyecek 300’den fazla resim var. Tabii bu sergilere 60-70 tane resim koyuyorum. Ve zaten bunlar da bir fikir vermek için kafi geliyor. İki defa Alman Kütüphanesi benden sergi rica etti. Ve ilk teşviki de 1965’de Alman Kütüphanesi yaptı. İki defa Amerikan Kültür Heyeti ölüm yıldönümünde yine benden sergi istediler, sergiledim. Tabii bu arada benim kendi sergim de açık bulunmak kaydıyla.. İşte elimden geldiği kadar kendi imkânlarımla Atatürk’ü halka tanıtmak istiyorum. Bu benim için bir zevk oluyor.

IPEKÇİ – Efendim, son olarak bir şey sormak istiyorum. Yanılmıyorsam bugün hayatta olan gazete fotoğrafçılarının en eskisi sayılabilirsiniz. Allah uzun ömürler versin. Bugünkü meslektaşlarınıza, gazete fotoğrafçılarına edindiğiniz tecrübelere dayanarak verebileceğiniz tavsiyeler bulunur mu?

IŞIKSEL – Valla şimdi onlar bizim imkânlarımızdan çok daha fazla imkanlarla çalışıyorlar. Ve içlerinde kıymetli elemanlar da var. Bu meslekte hadiseyi bilerek resim çekmek en mühimi. Hâdiseyi bilmeden resim çekilecek olursa, maalesef hiçbir şey ifade etmez. Bir resim, beş sayfa yazıyı bir anda silip atabilir. Veyahut daha değerlendirebilir. Hâdiseyi bile. Tek resim almak lazım.

İPEKÇİ – Zannediyorum, sizden alınacak bir başka ilham var, gazete fotoğrafçıları bakımından. O da, tespit edilmiş tarihi olayları muhafaza etmek ve tarihi belge olarak gerektiğinde de değerlendirebilmek ve onları tarihe mal etmek.

IŞIKSEL – Ben bunu yaptım. Benim elimdeki koleksiyonum tarihlidir, tarihlendirilmiştir. Elimden geldiği kadar bunları iyi muhafaza etmeye uğraştım. Bugün de yine bunları bir emniyet altında bulundurmaktayım.

İPEKÇİ – Çok teşekkür ederim.