30 Ağustos nedir?
Şimdi senin en sevdiğin 30 Ağustos 1924’de çekilen portrene bakıyorum.
Ne kadar genç ve güzel ne kadar âsilmişsin.
Anılarda okuduğum günden beridir hiç unutmam, zafere ulaştığın gün yanındakiler artık her şeyin bittiğini sanmışlardı. İhtimâl, senin köşene çekilip ömür boyu huzurlu keyifli bir yaşam süreceğini düşünenler bile olmuştu.
Hâttâ seni Halife yapmak, padişah yapmak istemişlerdi.
Sen bunlara gülüyor, daima ileriyi gösteriyor ve asıl savaşın şimdi başlayacağını söylüyordun.
Üstelik o savaş ki, yüzyıllardır Türklüğü esiri altına almış daha çetin bir düşmana karşıydı.
Durmadın, asırlık ‘cehalet’ düşmanıyla Dolmabahçe’de ölümsüzlüğe eriştiğin anâ kadar savaştın. Kim bilebilirdi ki, devrimlerin Atatürk’ü, harp meydanlarının Mustafa Kemâl’ini geride bırakacağını. Falih Rıfkı’nın da deyimiyle sen ‘kendini gene kendin geçtin’.
Asıl Kurtuluş Savaşı’na zaferden sonra girdin.
Asırlardır ağır vergiler altında inim inim inletilen, yoksulluğa terkedilen, kanını uçsuz bucaksız çöllerde bir hiç uğruna akıtan Anadolu Türklüğünü refâha kavuşturdun! Kadını evine kapatan Arap taassup zincirini kırıp attın.
Yeri geldi öğretmen oldun, kara tahtayla şehir şehir dolaştın.
Yüzünden saçılan bilgelik nuruyla karanlığa teslim edilen bir millete ışık oldun. İşte bu yüzden; 30 Ağustos savaşın sonu değil, senin cehaletle olan savaşının başlangıcıdır.