Yalova'da çekilen bir fotoğraf. Önden arkaya sırayla: Cevdet Tolgay, Hasan Cavit Belül, Atatürk, Salih Bozok, Doktor Nihat Reşat Belger ve Kılıç Ali.

1932 Yılından Atatürk’ün Ölümüne Kadar Yaverliğini Yapan Cevdet Tolgay’ın Anıları

«Atatürk, sofrada çok az yerdi. Ama misafirler gidip Köşk boşalınca mutfağa iner, aşçıya, “Nerede benim kuru fasulyemle pilavım?” derdi. Aşçının verdiği kuru fasulye ve pilavı oradaki masaların birine oturup kaşıklardı»

«Atatürk’ün hayatının son altı yılında hesap işlerini hep ben gördüm. Atatürk ne cimriydi, ne de müsrif… İkisinin ortası bir karakteri vardı…»

«Atatürk’ün çok icki içtiği söylenir, oysa öyle değildi. Söylenildiği kadar çok rakı içmezdi, fakat akşamcıydı, gündüzleri içki içtiğini hiç görmedim…»

«Atatürk poker oynamaktan çok hoşlanırdı. Özellikle Nuri Conker’i pokerde yenip parasını aldığı zaman onu kızdırır, çok keyiflenirdi…»


Bu yazı, Hayri Birler imzasıyla 19 Kasım 1981 yılında Milliyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.


CEVDET Tolgay, 1932 yılında Atatürk’ün yaverliği görevine getirilmiş ve Atatürk 1938 yılında ölünceye kadar yanından bir gün ayrılmamış, onunla birlikte yaşamış bir kişi. Atatürk’ün ölümünden sonra 1950 yılına kadar İsmet İnönü’nün yaverliğini yapmış. 1950’de vaktinden evvel emekli edilmiş. Atatürk’ün son altı yılının en yakın gözlemcisi olmasına rağmen, anılarını derleyip yayınlamayı düşünmemiş. ‘Ben ticaret adamı değilim’ demiş kendi kendine.

Atatürk de sizin gibi, benim gibi bir insandı…

O halde Atatürk’le ilgili merak ettiginiz hususlari siz sorun, ben anlatayım, şunu bilmenizi istiyorum, Atatürk büyük bir insandı, birçok meziyetleri vardı, ama o da sizin gibi, benim gibi bir insandı, bazı davranışlarını, huylarını yorumlamadan önce bunu unutmamanız gerekir” dedi. Atatürk’ün sözü çok edilen akşam sofralarını sordum. Nasıl şenlenirdi bu “sofra” olayı ve Atatürk neler yapardı? Atatürk’ü en yakın mesafeden tanıyan kişilerden biri, Cevdet Tolgay şöyle anlattı “sofra”yı:

“Önce Atatürk, uzun yıllar bekâr yaşamış, uzun yıllar süren savaşlara katılmış, yalnız yaşamasını öğrenmiş ve her şeyden önemlisi, 1920’lerde bu hayatı görmüş geçirmiş bir kişiydi. Bugün zaman değişti, bekar erkekler için eğlenmenin yolları da, toplumun bu tür davranışlara gösterdiği tepkiler de değişti, çeşitlendi.

Atatürk meyhaneye gider, kendisi gibi bekar subay arkadaşlar ile içki içer, konuşurmuş. O yıllarda içki içmeseniz bile bir arkadaşınızla gidip oturup konuşabileceğiniz başka tür yerler yoktu ki… Ayrıca, bilhassa üniformalı bir adamın gidip eğlenebilecegi yerler o kadar sınırlıydı ki… Gençliğinde meyhaneye de gitmiştir, bekâr bir erkek olarak başka eğlencelere katılmıştır da. Yani, o dönemin şartlarına göre, eski zaman eğlencelerine alışmış bir adamdır. Aile meselesinden tutun da, ülke meselesine kadar birçok meseleyi arkadaşlarıyla sofra başında konuşup tartılmaya alışmış bir adamdır. Atatürk’ün bu sofra alışkanlığı buradan gelir. Akşam hangi meseleyi konuşacaksa, o konuyla ilgili kişileri, arkadaşlarını bizzat kendisi yazar, listeyi hazırlar, biz de onları köşke davet ederdik.

Atatürk’ün bu sofralarında her şey konuşulurdu. Sofra bir mektep gibiydi. Mutlaka bir kara tahta yemek salonunda bulunurdu. Mesela bir kelimenin kökünü mü öğrenmek istiyor, dilciler geçerlerdi tahtanın başına, izahat verirlerdi, yani bu sofralarda Atatürk eğlenmez, çalışırdı.

Eğlenmek için arkadaşlarını çağırdığı da olurdu. Mesela tamburi Selahattin Bey ve kemani Nobar Efendi sık sık gelirlerdi. Safiye Hanım gelirdi, Hafız Aşar gelir gazel okurdu, Münir Nurettin Bey gelirdi. Eftalya Hanım gelirdi. Müzeyyen Hanım gelirdi. Onlar şarkılarını okurlar, Atatürk dinlerdi.”

Cevdet Tolgay’a, bu sanatçıların verdikleri küçük konserler için ücret alıp almadığını sordum.

“Elbette alırlardı, Atatürk’ün son altı yıllık hayatında hesap işlerini hep ben gördüm, ne cimriydi, ne de müsrifti, ikisinin ortası bir karakteri vardı, ama sanatçısından komisine kadar herkese para verilmesini isterdi. Benden istediği tek sey, sanatçılara verilecek paranın bir zarf içine konulmasıydı. Kibar bir kişiydi. Meselâ köşk dışında bir yerde isek, komilere para verip vermediğimi sorardı, bazen ne kadar verdiğimi sorardı, az bulduysa ‘daha çok ver’ derdi. Ama Atatürk’te para mefhumu hiç yoktu diyebilirim. Çünkü harcamaları kendisi yapmazdı. Mesela bir ekmeğin fırında kaça satıldığını bildiğini sanmıyorum. Çünkü gidip ekmek almazdı ki.”

Atatürk’ün içkiyi nasıl ve ne kadar içtiğini sordum. Cevdet Tolgay önce güldü, sonra “Atatürk’ün çok içki içtiği söylenir, oysa öyle değildi, söylenildiği kadar çok rakı içmezdi, fakat akşamcıydı, gündüzleri içki içtiğini hiç görmedim” dedi. Sonra devam etti:

“Atatürk ayyaş değildi. İçki içmek başka, ayyaşlık başka. Atatürk içki içerdi, içtiği zaman ne kadar içerse içsin kendini bilirdi. Zaten sağlığı kötülemeye başladıktan sonra bizim garson çocuklar onun içkisini idare etmeye başladılar. Bardağına yarıya kadar rakı koyar, üstünü suyla tamamlardı. Bir iki yudum içer, sonra konuşmaya dalardı. Atatürk bardağından içtikçe, bizim garson çocuklar fırsatını yakalar, bardağın üstündeki boş yeri suyla tamamlardı.”

Ben, “Atatürk bunu farketmez miydi?” diye sorunca Cevdet Tolgay güldü. “Farketse bile hiç sesini çıkarmazdı” dedi.

Atatürk’ün diğer insanlar gibi hoşlandığı bazı özel şeyler olup olmadığını sordum. “Elbette vardı” dedi Atatürk’ün yaveri. Sonra şunları söyledi:

“Poker oynamasını çok severdi. Özellikle kazanmak isterdi. Çok kişiyle poker oynardı, ama Nuri Conker’in poker arkadaşlığı başkaydı. Nuri Conker’le parasına poker oynar, onu yenip parasını aldığı zaman çok keyiflenirdi. Nuri Bey’i de kızdırırdı. Ne zaman Nuri Conker’i pokerde yenmiştir, o gün çok keyifli olurdu.”

Atatürk sofrada çok az yemek yermiş. Özellikle istediği herhangi bir yemek olmazmış akşam sofralarında. Ama o akşam için çağırdığı misafirlerin hepsi gidip köşk boşalınca, inermiş mutfağa “Hani benim kuru fasulyemle pilavım?” dermiş. Bu huyunu bilen aşçıbaşı da mutlaka kuru fasulye ile pilavı hazır bulundururmuş. Atatürk mutfaktaki masalardan birine geçer, fasulyenin üstüne pilavı döker, sonra da bir güzel kaşıklarmış.

Hemen hemen her akşam üstü hava durumuna göre atla ya da arabayla gezintiye çıkarmış. İstanbul’da iken de motor gezintisi yaparmış.

Cevdet Tolgay, Atatürk’ün “zaferler kazanmış bir devlet adamına yakıştırılamayacak kadar hassas olduğunu da söyledi. “Gözlerinin yaşardığını çok görmüşümdür” dedi. Atatürk hayvanlar çok sever, özellikle kurban kesilmesini seyredemezmiş. Anadolu gezilerinde kendisi için kurban kesmeye kalkarlarsa hemen engel olur, izin vermezmiş.