150’likler: Kimdiler? Ne yaptılar? Ne oldular? (7/7) (Son)

Meclis’te nameler konusu görüşülürken, önerilen isimler liseye sığmayınca, İçişleri Bakanı Ferit Bey, ‘Ehemmiyetsiz herifleri listeden çıkaralım’ dedi.


‘Nazım Paşa burnunu bile silemez’


Bakanın önerisi üzerine, milletvekilleri korumak istedikleri isimleri, “Bunaktır”, “Âcizdir”, “Aklı ermediğinden yapmıştır” diye savundular. Sonuçta saptanan 150 kişiden çoğu zaten yurt dışına kaçmıştı, geri kalanlar da hemen çıkarıldı.


16 Nisan 1924 günü TBMM’nin gizil oturu­munda 600 kişilik bir listeden seçilmiş 150’likler liste­sine aday olacak kişilerin adları­nın okunması saatlerce sürer. Çünkü milletvekilleri sürekli ola­rak, “Falan var da filan niye yok?” diye sorular sormakta, görüşler belirtmektedirler.

Hükümet adına konuşan ba­kanla milletvekilleri arasında, âdeta pazarlıklar yapılır. “Gereki­yorsa şu çıkarılsın da bu girsin” gibilerden…
 
Ahmet Ferit Bey’in kürsüde sesi kısılır, dudakları kurur. Biran olsun soluklanabilmek için genel kuruldan izin ister. O gün, geç sa­atlere kadar bu tartışmalar bit­mez, toplantı gece de devam eder.
 
Sonuçta, listenin tümü milletvekillerince öğrenilir. Görüş­melerin ışığı altında, listenin hükümetçe yeniden düzenlenmesi ve sonra yeniden genel kurula gelmesi kabul edilir.
 
Bu görüşme boyunca zaman zaman sert tartışmalar olur. Ba­zen de gülüşülecek olaylar… Bir milletvekili, listeye illâ ki bir iki divan-ı harb-l örfi reisinin (sıkıyö­netim mahkemesi başkanının) da
adının konulmasını ister. İstiklâl Mahkemesi başkanlarından Top­çu İhsan Bey yerinden bağırır:
 
– ‘‘Aman gelenek olmasın!..”
 
Gülüşülür.
 
Ağaoğlu Ahmet Bey, Polis Müdürü Halil Bey’in de kesinlik­le bu listeye girmesi gerektiğini, bu adamın kendilerini İngilizlere teslim edip Malta’ya sürülmele­rine neden olduğunu söyler. Meclis Başkanı Fethi Bey, her­kes böyle birilerini teklif ederse, listenin binlerce kişiyi bulacağı­nı söyler, içişleri Bakanı da sık sık:
 
– “Müsaade buyurun, bir ke­re hepsini okuyalım da eksik ka­lanları tamamlarız” der. Gene gülüşmeler olur.
 
Bir milletvekili 150’likler liste­sine alınan gazeteciler okundu­ğunda,
 
– “Abdullah Cevdet nere­de?” diye sorar.
 
Ferit Bey:
 
– “Ona gelinceye kadar sa­bah olur” der.
 
Listede sayıları bir hayli kaba­rık sıradan eşkıya da vardır. Mazhar Müfit Bey (Kansu), “Bu kadar
siyasi kişi varken bunlan listeye almaya ne gerek var?” diye dire­nir. Birisi, “Daha önce de adı okunmuş Bursalı fabrikatör Ce­mil niye yok?” deyince bakan bezgin ve sıkkın, “Yazdım efen­dim yazdım” der. Listeyi okuma­yı sürdürür.
 
Gene karşı çıkmalar, seslenmeler olur. Bir milletveki­li, “Çanakkale Mutasarrıfı Mah­mut Mahir var da eski İçişleri Ba­kanı Adil Bey niye yok?” diye söylenir. Bir başkası, “O Âyân Meclisi’nde, Kuva-yı Milliye ölü­yor diye bağıran adamdır” der. Bakan, “Eğer ehemmiyetsiz bir herifse onu buradan çıkaralım” derken “Bunaktır, bunak!” sesle­ri yükselir.
 
Birisi, “O, çok aşağı­lık bir adamdır” derken, bir başkası, “Adil Bey’i yakından ta­nıyanlar onun ne kadar ahmak ve budala olduğunu bilirler” der, da­ha başkaları “Hayır!” diye bağrı­şır, “Çok gayretli bir adamdır, çok alçaktır.”
 
Herif, ahmak, budala, alçak, rezil sözcükleri bu oturumda bol bol kullanılır.
 
Sonra Adil Bey’in ahmak mı, yoksa budala mı oldu­ğu, bunayıp bunamadığı yeniden tartışılır…
 
Ardından Gönenli Galip diye birinin listeye girip girmemesi tartışılır. Birisi onun için, “Allah’ın yarattığı ve yaratacağı adam­ların en budala ve ahmağı” der.
 
Bir başkası, Galip Bey’le Sındırgılı Ahmet Hulusi’nin listeden çı­karılmasını rica edip, “Bunları
çıkarıp da başkalarını koyunuz. Bu adam sekiz okka etle gezmiş olsa, arkasına bir kedi bile
takılmaz” der.
 
Bunların yerine bir divan-ı harp reisi konulmasında ısrar eder, “Nazım Paşa’yı koyun” der. Bakan Ferit Bey, “Nazım Paşa’yı tanırsınız değil mi, burnunu silmekten âcizdir” diye karşılık verir. Biri, “Boynu kalındır” diye söze girer. Bir baş­kası, “Âciz ama Divan-ı Harp Reisi” der. Bakan, “Peki, yazdık” der, elindeki listeye Nazım Paşa da yazılır. Lozan Antlaşması gereğince genel af yasası çıkartılmıştır, do­layısıyla bir an önce 150’likler lis­tesinin de saptanması gerekmek­tedir. Bu nedenle, Bakanlar Ku­rulu, Meclis’teki görüşmelerin ışığında listeyi bir kere daha ha­zırlar ve 22/23 Nisan akşamı TBMM bir gizli oturum daha ya­par. Bu oturumda da, liste son bi­çimiyle okunur. Gene tartışmalar başlar. Unutulan adlar olduğu söylenir.
 

Sonunda, listeden ehven-i şer üç kişinin çıkartılması, yerlerine Mutasarrıf Osman Nuri, Madanoğlu Mustafa ve Köylü gazetesi sahibi Refik’in konulması kaydıyla liste ekseriyet-i azime (oy çok­luğu) ile kabul olunur.

Bakanlar Kurulu, bu listeyi son kez 1 Haziran 1924 günü göz­den geçirip, 150’nci ad olarak Köylü gazetesinden Refet’i de listeye katıp, bir kararname halin­de yayınlar ve yürürlüğe sokar.

KARARNAME UYGULANIYOR

150’likler listesinde olup da, Türkiye’de olanların sayısı olduk­ça azdır. Balıkesir hapishanele­rindeki Anzavur Çetesi mensup­ları, Kuva-yı Milliye güçlerini ar­kadan vurmaya kalkışıp yakalan­mış bazı eşkıya ve Çerkez Kongresi’nde delegelik yapmış, tümü de idama mahkûm edilmiş ama idamları temyiz aşamasında olduğu için yerine getirilmemiş 42 kişi, Kula Hapishanesinde tu­tuklu Hacı Madanoğlu Mustafa ve oğlu Nuri, İstanbul’da tutuklu bulunan Damat Ferit’in İçişleri bakanlarından Mehmet Ali, Adil Bey ve bazı Hürriyet ve İtilâf ileri gelenleri, toplam olarak 60’a yakın kişi, Türkiye Cumhuriyeti sı­nırları dışına çıkartılırlar.

Listedekilerin çoğunluğuysa, zaten çok daha önceden, Mudan­ya Ateşkesi’nden önce ya da o günlerde Türkiye’yi terk edip git­mişlerdir. 150’liklerden olup da, sınır dı­şı edilenlerle birlikte, 600’lük lis­tede bulunup vatandaşlıktan çı­karılanların Türkiye’de bulunan­ları da sınır dışı edilir.

150’likler, genel af dışı bırakı­lıp, listenin hazırlanmasından sonra içerdeyseler sınır dışı edilmişlerdir ama, Türkiye Cumhuri­yeti vatandaşı olma niteliklerini yitirmemişlerdir. Bunların Türk vatandaşlığın­dan da çıkarılmaları, üç yıl son­ra 28 Mayıs 1927’de “150 kişilik listede adları yazılı olanların Türk uyrukluğundan düşürülmesi hakkında”ki 1064 sayılı yasa ile ol­muştur.

29 Haziran 1938 tarihinde, Atatürk’ün ölümünden dört ay önce çıkartılan 3527 sayılı yasa ise, 150’liklerin affı ve isteyenle­re yeniden vatandaşlık haklarını kazanıp Türkiye’ye dönebilme olanağını sağlamıştır.

EMNİYETE GÖRE, 1938’DE KAÇ 150’LİK KALMIŞTI?

1938 yılının başında, Emniyet Genel Müdürlüğü, dünyanın çe­şitli ülkelerine dağılmış olan 150’likler hakkında yapılmış bir araştırmayı 17 sayfalık bir defter­de, rapor halinde saptamıştır.

18.1.1938 tarihini taşıyan bu rapo­run başlığı, “150’lik listesine da­hil kimselerden bugün hayatta
olanların bulundukları yerleri ve adlannı gösterir cetveldir” biçi­mindedir.
 
Bu listeye göre, 1938 yılı ba­şında, hayatta olanların sayısı 95’tir. Ne var ki, yapılan incele­meler, Emniyet raporunda, “ha­yattadır” diye yazılanların da o ta­rihte “ölmüş“ olduklarını göster­miştir.
 
Örneğin bu listede, “Bağdat’ta oturmaktadır” denilen Nemrut Mustafa Paşa, o tarihte ölmüştür.
Emniyet’in saptamasına gö­re, 1938 başında dünyanın çeşit­li yerlerine dağılmış 150’liklerden
hayatta kalmış 95 kişinin önde gelenleri ve yerleştikleri yerler şöyledir:
 

Çerkez Ethem, Reşit ve Tevfik beyler, Ürdün’de oturmaktadır. Hürriyet ve İtilâf Partisi Genel

Sekreteri Adanalı Zeynelabidin, Irak’ta Revandiz’dedir. Feylesof Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Suriye’nin güneyinde, Kuva-yı İnzibatiye Başkumandanı Süleyman Şefik Paşa, Suriye’nin Aliye’sinde,
Tarık Mümtaz (Göz­tepe), Antakya’da oturmakta iken Şam’a gitmiş durumdadır. Kon­yalı Zeynelabidin, İskenderun’la Şam arasında gidip gelmektedir. Refik Halit (Karay), Halep’tedir.
 
Eski şeyhülislâmlardan Mus­tafa Sabri Hoca ile oğlu İbrahim Sabri, Mısır’ın İskenderiye’sine
yerleşmişlerdir. Eski Manisa Mutasarrıfı Girit­li Hüsnü, Atina’ya yerleşmiş ve Yunan uyrukluğuna girmiştir. Teşkilât-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Sencer Eşref, Girit Adası’ndadır. Sabık Akhisar Kumandanı, Yüzbaşı İzmirli Ethem (Küçük Ethem), Atina’dadır. Bandırma Adalet gazetesi sa­hibi Bahriyeli Miralay (albay) Ali Sami, Yunanistan’ın Kalama şehrindedir ve eşiyle, çocuklarıyla Ortodoks mezhebini kabul etmiş ve tanassur etmiştir (Hristiyan olmuştur).
 
Edirne’de Temin gazetesi sa­hibi Neyyir Mustafa, Dimetoka’da çiftliğindedir. Köylü gazetesi başyazarı Gi­ritli Ferit, Atina’da yaşamaktadır ve tanassur edip Mihaif Mihailisko, eşi de Marya adını almıştır.
 
Bursalı Fabrikatör Cemil’in kayınbiraderi Necip de Yunanis­tan’dadır, tanassur edip Yorgiyos İstavropolos adını almıştır.
 
Bolu Mutasarrıfı Osman Nu­ri, Bulgaristan’ın Şumnu kasaba­sında oturmaktadır. Ziraat ve Ticaret eski bakan­larından Artin Cemal, Romanya’nın Köstence’sinde, Hürriyet ve İtilâf Fırkası lideri
Miralay Sadık, Hırsava kasabasında oturmakta­dır.
 
Yaverandan Kurmay Albay Tahir Paris’te, eski Hazine-i Has­sa Emini ve Defter-i Hakan Mü­dürü
Refik, eski Eğitim bakanla­rından Rumbeyoğlu Fahreddin Niş’te, eski sefirlerden Reşat Ha­lis
Paris’te, Gümülcineli İsmail ile eski Dahiliye nazırlarından Mehmet Ali, Alemdar gazetesi
sahibi Ref’i Cevad, İrşad gazete­sinden Trabzonlu Ömer Fevzi Pa­ris’te, Tarsuslu Kâmil Paşazade
Kemal, Fransa’nın Gaskonya kör­fezinde bir kasabada, eski Bah­riye Nazırı Cakacı Hamdi, Amavutluk’un Tiran kentinde, es­ki İstanbul Polis Müdürü Tahsin, Hollanda’da bir kasabada ve es­ki Büyükdere Merkez Memuru Mazlum, Cava adasında yerleş­miş oturmaktadırlar.
 

Aftan sonra, 150’liklerin ha­yatta olanlarından bir kısmı, yeniden vatandaşlığa kabul edilmiş ve Türkiye’ye dönmüşlerdir.

DÖNENLER, DÖNMEYENLER, ÖLENLER

Dönenlerden Miralay Sadık, gelişinin ertesi günü 1940’ta İs­tanbul’da ölmüştür. Gazeteci Ref’i Cevad (Ulunay), Refik Halit, (Karay), Tarık Mümtaz (Göztepe), soyadını alarak uzun yıllar gaze­tecilik yapmaya devam etmişler­dir. Gazeteci Mustafa Neyyir, Uskanlı soyadını alıp Türkiye’de yerleşmiş, Batı Trakya’daki arazi­leri nedeniyle 1941’de Yunanis­tan’a gitmiş, Alman işgali sıra­sında oğlu Mehmet Muammerim Yunanlı çetecilerce öldürülmesi üzerine Yunan iç savaşına katıl­mış, Almanlarla İşbirliği yaptığı gerekçesiyle Yunan Hükümeti­nce sınır dışı edilmiş, İstanbul’daki evinde 1948’de damar tıkan­masından 58 yaşında ölmüştür.

Yedi yabancı dil bilen Mustafa Neyyir, Türkiye’de de bir ara Al­man yanlısı ve Turancı diye kovuşturmaya uğramış, aklanmış, Batı Trakya Türklerinin örgütlen­mesine öncülük etmiş, DP’nin kuruluş yıllarında adaylık teklif­lerini kabul etmemiş ve ömrünün son yıllarında politikadan uzak durmuştur.

Kuşçubaşı Eşref, aftan sonra Türkiye’ye dönüp, Salihli’deki çiftliğinde yaşamıştır. Çerkez Et­hem’in ağabeyleri Reşit ve Tev­fik Bey’ler de, yurda dönüp ömürlerini Bandırma yakınların­daki çiftliklerinde tamamlamış­lardır. Yurda dönüp gazetecilik yapanlardan biri de Rıza Tevfik Bölükbaşı’dır.

Çerkez Ethem takımından Düzceli Sami Açakomit, Adana’da Ferda gazetesi sahibi Fanizade Ali İlmi, Osman Nuri, Madan­oğlu Mustafa, Tütüncübaşı Şük­rü aftan sonra yurda dönenler­dendir.

Çerkez Ethem Bey, aftan son­ra da Türkiye’ye dönmemiştir. Es­ki şeyhülislâmlardan Hoca Mustafa Sabri Efendi ile oğlu İb­rahim Sabri de Mısır’da kalmış­lardır.

İbrahim Sabri, Kahire Üniversitesi’nde Türkçe ve Fran­sızca hocalığı yapmış, Mustafa Sabri Hoca da, Kral Faruk döne­minde saraydan yardım görerek, yedi-sekiz baskı yapan din kitap­ları yayınlamıştır.

Mustafa Sabri Hoca, 1953’te Mısır’da, oğlu İbra­him Sabri ise 1983’te Londra’da ölmüşlerdir.

Türkiye’ye dönenlerden Refik Halit Karay 1965, Ref’i Cevad Ulu­nay 1968, Tarık Mümtaz Göztepe 1977, Rıza Tevfik Bölükbaşı 1949, Miralay Sadık 1940, Mustafa Ney­yir Uskanlı 1948, Kuşçubaşı Eşref Sencer 1964 yılına kadar yaşamışlardır.

Çerkez Ethem, 1950 yılında Ürdün’de ölmüştür. Yaveri Has Kiraz Hamdi Paşa, Romanya’da Tarikat-ı Selâhiye adıyla bir örgüt kurmaya çalış­mış, 1935 yılında da orada yok­sulluk içinde ölmüştür.

Vahideddin’in kayınbiraderi Hademe-i Hassa Kumandanı Zeki, sabık pa­dişahla uzun süre birlikte San Remo’da yaşamış, kumar ve para­sızlık yüzünden 1929 yılında inti­har etmiştir. Hazine-i Hassa mü­fettişlerinden Kayserili Şaban Ağa 1928’de İskenderiye’de, Seryaver Avni Paşa 1935’te Kahire’de, Adliye eski nazırlarından Herşekli Ali Rüşti, Mısır’da ve Yugos­lavya’da sefalet içinde yaşadık­tan sonra 1936 yılında Saraybosna’da, Kuva-yı inzibatiye Erkân-ı Harp Başkanı Miralay Ahmet Re­fik, kaçtığı Romanya’da tren haritaları çizerek geçimini sağlayıp, bir süre sonra aklî dengesini yi­tirip, Beserabya’nın Kişnev ken­tinde bir süre akıl hastanesinde yattıktan sonra 1930 yılında öl­müştür. Öldüğü yerde İslâm mezarlığı olmadığı İçin Hıristiyan mezarlığına gömülmüştür. Ayan­dan Evkaf Nazırı Vasfi Hoca, 1926 yılında Bulgaristan’da Silistre’de ölmüştür.

Harput Valisi Kaymakam Ali Galip -ki hep mi­ralay diye söz edilir, kaymakam­dır- sürüldükten sonra Roman­ya’da birtakım karışık işlere bu­laşmış, hapislere girip çıkmış, hayvan cambazlığı yaparken Kös­tence’de bir pazarlık sırasında kalp krizinden ölmüştür. Eski Da­hiliye nazırlarından Adil, 1924 yı­lında Viyana’da ölmüştür. 1938 yılında çıkartılan bir ya­sa ile Atatürk’ün sağlığında bağışlanan, bir bölümü yurda dö­nüp, bir bölümü dönmeyen 150’liklerin, saptayabildiğimiz kadarıyla günümüzde hayatta kalanı yoktur. Ancak, pek çoğunun ço­cukları, bir kısmının eşleri, torun­ları ve öteki yakınları aramızda yaşamaktadırlar. İçlerinde, baba­larını yanlış yapmış sayanlar da, haksızlığa uğramış olduğunu sa­nanlar da vardır.

– SON –


DÜZELTME

Yayınlanan yazıları­mızdan dördüncüsünde Mısır’a ka­çanlar arasında adı verilen eski şeyhülislâmlardan Hoca Mustafa Sabri Efendi ile Atatürk ve yandaş­ları hakkında idam fetvası veren Şey­hülislâm Dürrizade Abdullah Efendi, birbirine karıştırılmıştır. Ho­ca Mustafa Sabri Efendi, Damat Fe­rit’in 1, 2, 3 ve 5. kabinesinde şeyhülislâmlık yapmış ve oğlu İbra­him Sabri ile birlikte 150’likler liste­sine alınmış, 4. Ferit Paşa kabinesinde şeyhülislâm olan Dürri­zade ise, 150’likler listesine alınma­ya değer görülmeyip, sadece vatan­daşlıktan çıkartılmakla yetinilmiştir.

BİR 150’LİK DAHA: Feylesof Rıza Tevfik (Bölükbaşı)

ŞURA-YI Devlet Reisi (Da­nıştay Başkanı), Maarif Veki­li (Eğitim Bakanı), doktor, şair, kendi kendine Feylesof (Filozof) sanını takmış olan Ayan azası (Sena­tör), Sevr Antlaşması imzacısı Rıza Tevfik, 150’liklerin başta gelenlerindendir. 1868 yılında Cesri Mustafa Paşa’da doğmuştur. Mülkiye kaymakamlarından Mehmet Tevfik Efendi’nin oğludur.

Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre Gümrük İdaresi’nde hekimlik yapmış, Servet-i Fünun ve Malûmat dergilerinde şiirler yayınlamış, eleştiri yazıları yazmıştır. 1908 Meşrutiyet ilânında siyasal yaşama girmiştir. Önce İttihat ve Te­rakki Fırkası’nın koyu ve aşırı bir yandaşıyken sonradan muhalefet safla­rına katılmış, Edirne milletvekili seçilmiştir.

Muhalefet döneminde de aşırılıkları görülen Rıza Tevfik, Mondros Bırakışması’ndan sonra Damat Ferit hükümetlerinde Şûrayı Devlet Reisliği (Danıştay Başkanlığı ki, o sıralarda Bakanlar Kurulu’nda bir bakanlık sayılmaktadır), Maarif Vekil­liği yapmış, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu demek olan Sevr Antlaş­masını Padişah ve Damat Ferit adına imzalayan dört kişilik delegasyona başkanlık etmiştir. İstanbul’a döndüğünde bu antlaşmayı imzaladığı altın kalemi Robert Kolej kitaplığına armağan eden, bu davranışıyla da ders verdiği üniversitede öğrencilerinin boykotuna ve hakaretlerine katlanan Fey­lesof Rıza Tevfik, Türk ordularının İstanbul’a girmesinden bir süre önce İngilizlere sığınarak yurt dışına kaçmış, Hilâfet Komitesi işine de bulaş­tıktan sonra, Hicaz’dan Ürdün’e geçmiş, İngiliz mandası altındaki bu ül­kede müze görevlisi olmuş, ders okutmuş ve Ürdün Hükûmeti’nden aldığı aylıkla geçinmiştir. Ailesini ve çocuklarını Amerika’ya yerleştirmek için çabalar gösteren, ancak buna maddî olanak bulamayan Rıza Tevfik, 27 Ağustos 1924’te Amman’dan Rıza Turgut adındaki bir dostuna yazdığı mektupta şöyle demektedir:

“Tarihe zerre kadar inanmam ve ehemmiyet vermem. Birkaç asır sonra bizim tarihimizi kim okur ve Türkiye ne olur bilmem. Herhalde dünyanın en büyük milletlerinden olan Yunan ve Ro­ma tarihini ben bile okumuyorum ve bilmiyorum. Doktor Rıza Tevfik’in Sevr Muahedesi’ni niçin imza etmiş olduğunu ben öldükten iki sene son­ra bile hiç kimse merak etmez. Tarih her şeyi hoş görür, herkesi de ma­zur görür…”

Rıza Tevfik, daha önceleri olduğu gibi, 1924’te de bu düşünceleriyle gene yanılgılar içindedir ve yanlışlarını görmemekte direnmektedir. Aynı Rıza Tevfik, 1938’de 150’likler affedildiklerinde Türkiye’ye geri dönmüş, İstanbul’da gazetecilik yapmıştır. Basılmış Serab-ı Ömrüm adlı bir şiir kitabı, edebî ve felsefî araştırmaları vardır. 1949 yılında ölmüştür.


BİR 150’LİK DAHA: EŞREF SENCER KUŞÇUBAŞI

OSMANLI İmparatorluğu Teşkilât-ı Mahsusa Reisi, Çerkez Ethem’in yakın ar­kadaşı, başlangıçta Ulusal Kurtuluş Savaşı’na büyük destekler sağlamış, Ege’deki Kuva-yı Milliye örgütlen­mesine geniş katkılarda bulunmuş olan Kuşçubaşı Eşref Bey, daha sonra Anadolu Hareketi yöneticile­riyle görüş ayrılığına düşmüş ve kar­deşi Hacı Salih’le birlikte 150’likler listesine girmiş, uzun yıllar Avru­pa’da dolaşmış, Girit adasında yer­leşmiş, 1938 affından sonra Türki­ye’ye dönüp Salihli’deki çiftliğinde yaşamıştır.