150’likler: Kimdiler? Ne yaptılar? Ne oldular? (7/7) (Son)
Meclis’te nameler konusu görüşülürken, önerilen isimler liseye sığmayınca, İçişleri Bakanı Ferit Bey, ‘Ehemmiyetsiz herifleri listeden çıkaralım’ dedi.
‘Nazım Paşa burnunu bile silemez’
Bakanın önerisi üzerine, milletvekilleri korumak istedikleri isimleri, “Bunaktır”, “Âcizdir”, “Aklı ermediğinden yapmıştır” diye savundular. Sonuçta saptanan 150 kişiden çoğu zaten yurt dışına kaçmıştı, geri kalanlar da hemen çıkarıldı.
16 Nisan 1924 günü TBMM’nin gizil oturumunda 600 kişilik bir listeden seçilmiş 150’likler listesine aday olacak kişilerin adlarının okunması saatlerce sürer. Çünkü milletvekilleri sürekli olarak, “Falan var da filan niye yok?” diye sorular sormakta, görüşler belirtmektedirler.
Sonunda, listeden ehven-i şer üç kişinin çıkartılması, yerlerine Mutasarrıf Osman Nuri, Madanoğlu Mustafa ve Köylü gazetesi sahibi Refik’in konulması kaydıyla liste ekseriyet-i azime (oy çokluğu) ile kabul olunur.
Bakanlar Kurulu, bu listeyi son kez 1 Haziran 1924 günü gözden geçirip, 150’nci ad olarak Köylü gazetesinden Refet’i de listeye katıp, bir kararname halinde yayınlar ve yürürlüğe sokar.
KARARNAME UYGULANIYOR
150’likler listesinde olup da, Türkiye’de olanların sayısı oldukça azdır. Balıkesir hapishanelerindeki Anzavur Çetesi mensupları, Kuva-yı Milliye güçlerini arkadan vurmaya kalkışıp yakalanmış bazı eşkıya ve Çerkez Kongresi’nde delegelik yapmış, tümü de idama mahkûm edilmiş ama idamları temyiz aşamasında olduğu için yerine getirilmemiş 42 kişi, Kula Hapishanesinde tutuklu Hacı Madanoğlu Mustafa ve oğlu Nuri, İstanbul’da tutuklu bulunan Damat Ferit’in İçişleri bakanlarından Mehmet Ali, Adil Bey ve bazı Hürriyet ve İtilâf ileri gelenleri, toplam olarak 60’a yakın kişi, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkartılırlar.
Listedekilerin çoğunluğuysa, zaten çok daha önceden, Mudanya Ateşkesi’nden önce ya da o günlerde Türkiye’yi terk edip gitmişlerdir. 150’liklerden olup da, sınır dışı edilenlerle birlikte, 600’lük listede bulunup vatandaşlıktan çıkarılanların Türkiye’de bulunanları da sınır dışı edilir.
150’likler, genel af dışı bırakılıp, listenin hazırlanmasından sonra içerdeyseler sınır dışı edilmişlerdir ama, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma niteliklerini yitirmemişlerdir. Bunların Türk vatandaşlığından da çıkarılmaları, üç yıl sonra 28 Mayıs 1927’de “150 kişilik listede adları yazılı olanların Türk uyrukluğundan düşürülmesi hakkında”ki 1064 sayılı yasa ile olmuştur.
29 Haziran 1938 tarihinde, Atatürk’ün ölümünden dört ay önce çıkartılan 3527 sayılı yasa ise, 150’liklerin affı ve isteyenlere yeniden vatandaşlık haklarını kazanıp Türkiye’ye dönebilme olanağını sağlamıştır.
EMNİYETE GÖRE, 1938’DE KAÇ 150’LİK KALMIŞTI?
1938 yılının başında, Emniyet Genel Müdürlüğü, dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış olan 150’likler hakkında yapılmış bir araştırmayı 17 sayfalık bir defterde, rapor halinde saptamıştır.
Çerkez Ethem, Reşit ve Tevfik beyler, Ürdün’de oturmaktadır. Hürriyet ve İtilâf Partisi Genel
Aftan sonra, 150’liklerin hayatta olanlarından bir kısmı, yeniden vatandaşlığa kabul edilmiş ve Türkiye’ye dönmüşlerdir.
DÖNENLER, DÖNMEYENLER, ÖLENLER
Dönenlerden Miralay Sadık, gelişinin ertesi günü 1940’ta İstanbul’da ölmüştür. Gazeteci Ref’i Cevad (Ulunay), Refik Halit, (Karay), Tarık Mümtaz (Göztepe), soyadını alarak uzun yıllar gazetecilik yapmaya devam etmişlerdir. Gazeteci Mustafa Neyyir, Uskanlı soyadını alıp Türkiye’de yerleşmiş, Batı Trakya’daki arazileri nedeniyle 1941’de Yunanistan’a gitmiş, Alman işgali sırasında oğlu Mehmet Muammerim Yunanlı çetecilerce öldürülmesi üzerine Yunan iç savaşına katılmış, Almanlarla İşbirliği yaptığı gerekçesiyle Yunan Hükümetince sınır dışı edilmiş, İstanbul’daki evinde 1948’de damar tıkanmasından 58 yaşında ölmüştür.
Yedi yabancı dil bilen Mustafa Neyyir, Türkiye’de de bir ara Alman yanlısı ve Turancı diye kovuşturmaya uğramış, aklanmış, Batı Trakya Türklerinin örgütlenmesine öncülük etmiş, DP’nin kuruluş yıllarında adaylık tekliflerini kabul etmemiş ve ömrünün son yıllarında politikadan uzak durmuştur.
Kuşçubaşı Eşref, aftan sonra Türkiye’ye dönüp, Salihli’deki çiftliğinde yaşamıştır. Çerkez Ethem’in ağabeyleri Reşit ve Tevfik Bey’ler de, yurda dönüp ömürlerini Bandırma yakınlarındaki çiftliklerinde tamamlamışlardır. Yurda dönüp gazetecilik yapanlardan biri de Rıza Tevfik Bölükbaşı’dır.
Çerkez Ethem takımından Düzceli Sami Açakomit, Adana’da Ferda gazetesi sahibi Fanizade Ali İlmi, Osman Nuri, Madanoğlu Mustafa, Tütüncübaşı Şükrü aftan sonra yurda dönenlerdendir.
Çerkez Ethem Bey, aftan sonra da Türkiye’ye dönmemiştir. Eski şeyhülislâmlardan Hoca Mustafa Sabri Efendi ile oğlu İbrahim Sabri de Mısır’da kalmışlardır.
İbrahim Sabri, Kahire Üniversitesi’nde Türkçe ve Fransızca hocalığı yapmış, Mustafa Sabri Hoca da, Kral Faruk döneminde saraydan yardım görerek, yedi-sekiz baskı yapan din kitapları yayınlamıştır.
Mustafa Sabri Hoca, 1953’te Mısır’da, oğlu İbrahim Sabri ise 1983’te Londra’da ölmüşlerdir.
Türkiye’ye dönenlerden Refik Halit Karay 1965, Ref’i Cevad Ulunay 1968, Tarık Mümtaz Göztepe 1977, Rıza Tevfik Bölükbaşı 1949, Miralay Sadık 1940, Mustafa Neyyir Uskanlı 1948, Kuşçubaşı Eşref Sencer 1964 yılına kadar yaşamışlardır.
Çerkez Ethem, 1950 yılında Ürdün’de ölmüştür. Yaveri Has Kiraz Hamdi Paşa, Romanya’da Tarikat-ı Selâhiye adıyla bir örgüt kurmaya çalışmış, 1935 yılında da orada yoksulluk içinde ölmüştür.
Vahideddin’in kayınbiraderi Hademe-i Hassa Kumandanı Zeki, sabık padişahla uzun süre birlikte San Remo’da yaşamış, kumar ve parasızlık yüzünden 1929 yılında intihar etmiştir. Hazine-i Hassa müfettişlerinden Kayserili Şaban Ağa 1928’de İskenderiye’de, Seryaver Avni Paşa 1935’te Kahire’de, Adliye eski nazırlarından Herşekli Ali Rüşti, Mısır’da ve Yugoslavya’da sefalet içinde yaşadıktan sonra 1936 yılında Saraybosna’da, Kuva-yı inzibatiye Erkân-ı Harp Başkanı Miralay Ahmet Refik, kaçtığı Romanya’da tren haritaları çizerek geçimini sağlayıp, bir süre sonra aklî dengesini yitirip, Beserabya’nın Kişnev kentinde bir süre akıl hastanesinde yattıktan sonra 1930 yılında ölmüştür. Öldüğü yerde İslâm mezarlığı olmadığı İçin Hıristiyan mezarlığına gömülmüştür. Ayandan Evkaf Nazırı Vasfi Hoca, 1926 yılında Bulgaristan’da Silistre’de ölmüştür.
Harput Valisi Kaymakam Ali Galip -ki hep miralay diye söz edilir, kaymakamdır- sürüldükten sonra Romanya’da birtakım karışık işlere bulaşmış, hapislere girip çıkmış, hayvan cambazlığı yaparken Köstence’de bir pazarlık sırasında kalp krizinden ölmüştür. Eski Dahiliye nazırlarından Adil, 1924 yılında Viyana’da ölmüştür. 1938 yılında çıkartılan bir yasa ile Atatürk’ün sağlığında bağışlanan, bir bölümü yurda dönüp, bir bölümü dönmeyen 150’liklerin, saptayabildiğimiz kadarıyla günümüzde hayatta kalanı yoktur. Ancak, pek çoğunun çocukları, bir kısmının eşleri, torunları ve öteki yakınları aramızda yaşamaktadırlar. İçlerinde, babalarını yanlış yapmış sayanlar da, haksızlığa uğramış olduğunu sananlar da vardır.
– SON –
DÜZELTME
BİR 150’LİK DAHA: Feylesof Rıza Tevfik (Bölükbaşı)
ŞURA-YI Devlet Reisi (Danıştay Başkanı), Maarif Vekili (Eğitim Bakanı), doktor, şair, kendi kendine Feylesof (Filozof) sanını takmış olan Ayan azası (Senatör), Sevr Antlaşması imzacısı Rıza Tevfik, 150’liklerin başta gelenlerindendir. 1868 yılında Cesri Mustafa Paşa’da doğmuştur. Mülkiye kaymakamlarından Mehmet Tevfik Efendi’nin oğludur.
Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre Gümrük İdaresi’nde hekimlik yapmış, Servet-i Fünun ve Malûmat dergilerinde şiirler yayınlamış, eleştiri yazıları yazmıştır. 1908 Meşrutiyet ilânında siyasal yaşama girmiştir. Önce İttihat ve Terakki Fırkası’nın koyu ve aşırı bir yandaşıyken sonradan muhalefet saflarına katılmış, Edirne milletvekili seçilmiştir.
Muhalefet döneminde de aşırılıkları görülen Rıza Tevfik, Mondros Bırakışması’ndan sonra Damat Ferit hükümetlerinde Şûrayı Devlet Reisliği (Danıştay Başkanlığı ki, o sıralarda Bakanlar Kurulu’nda bir bakanlık sayılmaktadır), Maarif Vekilliği yapmış, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu demek olan Sevr Antlaşmasını Padişah ve Damat Ferit adına imzalayan dört kişilik delegasyona başkanlık etmiştir. İstanbul’a döndüğünde bu antlaşmayı imzaladığı altın kalemi Robert Kolej kitaplığına armağan eden, bu davranışıyla da ders verdiği üniversitede öğrencilerinin boykotuna ve hakaretlerine katlanan Feylesof Rıza Tevfik, Türk ordularının İstanbul’a girmesinden bir süre önce İngilizlere sığınarak yurt dışına kaçmış, Hilâfet Komitesi işine de bulaştıktan sonra, Hicaz’dan Ürdün’e geçmiş, İngiliz mandası altındaki bu ülkede müze görevlisi olmuş, ders okutmuş ve Ürdün Hükûmeti’nden aldığı aylıkla geçinmiştir. Ailesini ve çocuklarını Amerika’ya yerleştirmek için çabalar gösteren, ancak buna maddî olanak bulamayan Rıza Tevfik, 27 Ağustos 1924’te Amman’dan Rıza Turgut adındaki bir dostuna yazdığı mektupta şöyle demektedir:
“Tarihe zerre kadar inanmam ve ehemmiyet vermem. Birkaç asır sonra bizim tarihimizi kim okur ve Türkiye ne olur bilmem. Herhalde dünyanın en büyük milletlerinden olan Yunan ve Roma tarihini ben bile okumuyorum ve bilmiyorum. Doktor Rıza Tevfik’in Sevr Muahedesi’ni niçin imza etmiş olduğunu ben öldükten iki sene sonra bile hiç kimse merak etmez. Tarih her şeyi hoş görür, herkesi de mazur görür…”
Rıza Tevfik, daha önceleri olduğu gibi, 1924’te de bu düşünceleriyle gene yanılgılar içindedir ve yanlışlarını görmemekte direnmektedir. Aynı Rıza Tevfik, 1938’de 150’likler affedildiklerinde Türkiye’ye geri dönmüş, İstanbul’da gazetecilik yapmıştır. Basılmış Serab-ı Ömrüm adlı bir şiir kitabı, edebî ve felsefî araştırmaları vardır. 1949 yılında ölmüştür.
BİR 150’LİK DAHA: EŞREF SENCER KUŞÇUBAŞI
OSMANLI İmparatorluğu Teşkilât-ı Mahsusa Reisi, Çerkez Ethem’in yakın arkadaşı, başlangıçta Ulusal Kurtuluş Savaşı’na büyük destekler sağlamış, Ege’deki Kuva-yı Milliye örgütlenmesine geniş katkılarda bulunmuş olan Kuşçubaşı Eşref Bey, daha sonra Anadolu Hareketi yöneticileriyle görüş ayrılığına düşmüş ve kardeşi Hacı Salih’le birlikte 150’likler listesine girmiş, uzun yıllar Avrupa’da dolaşmış, Girit adasında yerleşmiş, 1938 affından sonra Türkiye’ye dönüp Salihli’deki çiftliğinde yaşamıştır.