150’likler: Kimdiler? Ne yaptılar? Ne oldular? (6/7)

Üsküdar Mutasarrıfı Ziver’in, 150’liklerin listesine girip girmemesi, tartışmalara yol açıyor. Ama bir tartışma daha var:


”Liste çabuk gelsin, iftara yetişeceğiz…”


İçişleri Bakanı Ferit Bey, TBMM üyelerine 4 defterden söz ediyor: 150’liklerin, 300’lüklerin, 600’lüklerin ve uyrukluktan düşürülenlerin defterleri…


TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi’nin 16 Nisan 1924 günü yapılan gizli oturu­munda, hükümet ilk kez İçişleri Bakanı Ferit Bey (Tek) ağzıyla 150’likler listesinin nasıl hazırlan­dığı konusunda Meclis üyelerine bilgi verirken, Cebelibereket Me­busu İhsan Bey söze karışıp, sö­zü edilen Polis Müdürü Hasan Tahsin’in Kalkandelenli olduğu­nu söyler.

İçişleri Bakanı Ahmet Ferit Bey (Tek), açıklamalarını sürdü­rür. Listeye alınacaklar için ör­nekler verip, Gümülcine Mebusu İsmail’in doğum yerinin ulusal sı­nırlar dışında olduğunu, ama gü­nün birinde doğum yerinin İstanbul olduğunu gösteren bir kayıt getirebileceğini, kaldı ki, Ar­navut asıllı olduğunu, Arnavutla­rın ise, Lozan Barış Antlaşması gereği, bir yıl içinde, dilerlerse Türk uyrukluğuna geçebilecekle­rini, bundan çekinildiği için, def­ter üzerinde ufak tefek değişiklikler yapıldığını ve defte­rin temize çekilmekte olduğunu söyler.

Milletvekilleri ısrarla, “Defteri görmek isteriz” derler. Bakan, “Getirteceğim” der. Açıklamala­rına şöyle devam eder:

”… Şimdi söyledim, getirtiyo­rum. Şimdi yüksek kurulunuza sunarım. Bir 150’lik defter var, bir de 300’lük defter var, bir de uy­rukluktan düşürdüklerimize ait defter var, bir de 600’lük defteri­miz vardır. (Milletvekilleri gülü­şürler) Efendim, bu cetveller toplam 600’dür. Fakat, 600’ü biz ancak 150 kişilik listenin içine sokmak zorundayız.”

İçişleri Bakanı, Meclis Genel Kurulu’na gizli oturumda sorar. Bu listeyi okuyalım mı, yoksa bir komisyon kurup orada mı incele­telim?

Topçu İhsan Bey, söz alıp şöyle der:

Biz, İntikam Peşinde Değiliz

“Sayın arkadaşlar, son ulusal direniş nedeniyle, ihanetleri açı­ğa çıkanların vatan dışına çıkarıl­ması söz konusu olduğu zaman çok doğaldır ki, bunların sayısı 500’de, 600’de, 1000’de kalacak kadar değildir. Çoktur. Bendenizce, madem ki Lozan’da yapılan anlaşmada ya da kararda 150 ki­şilik bir liste olarak kabul ettiril­miş, bunların içersine hem ihanetleri gerçekleşen, hem de gelecekte sürekli kendilerinden ihanet beklenen adamlardan olu­şacak bir liste düzenlemek gere­kir.

Biz, vatan dışına atarken, da­ha çok intikam duygusuyla dolu değiliz. Eğer kötülük yapmış olanların tümünü sınır dışı etmek gerekirse, hepimiz adları söyleye­lim, üç bini, dört bini bulur. Ma­dem ki, 150 kişi kadar adamı çıkaracağız, bu 150 kişinin çıka­rılmasında, gelecekte kendisin­den daha çok fenalık gelebilecek olanları ayırmak gerekir. Bende­niz, şunu belirteyim ki, soruştur­dum. Meselâ bir tanesini biliyorum ki, o deftere girmemiş­tir. O da Üsküdar Mutasarrıfı Ziver. (Lanet sesleri).

Kendisi hayata sahip oldukça, yani nefes aldıkça kesinlikle Türkiye’nin, ke­sinlikle Cumhuriyetin, kesinlikle Ulusal Kurtuluş’un amansız düş­manıdır. Bu, Üsküdar Mutasarrıfı imiş de, kabineye dahil değildir de, falan bilmem neye dahil de­ğildir, derseniz hainleri bırakırız. Bunu listeden çıkarırız derseniz büyük hata etmiş olursunuz.”

İhsan Bey’in bu sözleri ve uyarısı üzerine Zonguldak Millet­vekili Tunalı İhsan Bey, oturduğu yerden bağırır:

“O bitmiştir İhsan Bey, çürük­tür o, çürük!”

İhsan Bey konuşmasını sürdürür:

“Hayır efendim, bitmemiş­tir. Soruşturunuz, eğer Üsküdar Mutasarrıfı Ziver’in Türkiye’de durması için ufak bir zan hâ­sıl olursa kalsın. Sonradan Bur­sa Valisi olan Ziver’dir. Onun için Sayın İçişleri Bakanı’ndan çok ri­ca ediyoruz. Ne olursa olsun, bu 150 kişilik listeye bu da girsin. Üsküdar Mutasarrıfı Ziver de gir­sin.”

TARTIŞMA BAŞLIYOR

Topçu İhsan Bey’in bu sözle­ri, Meclis’in gizli oturumunda so­nu kolay gelmez bir tartışmaya dönüşür. Aydın Milletvekili Mazhar Bey, (Dr. Mazhar Germen) söz alıp, listenin böyle kişi kişi tartışılmasının ve yeni adlar önerilmesinin konuyu bir çıkmaza sü­rükleyeceğini anlatır. Bakanlar Kurulu’nun saptadığı listenin de­ğiştirilmemesi gerektiğini, yoksa sayılacak adamların adlarının toplamının “binleri” aşacağını söyler. Listenin olduğu gibi onay­lanmasını önerir.

İçişleri Bakanı Ferit Bey, ye­niden söz alır, şöyle der:

“Efendim, İhsan Beyefendi’nin isteğine bendeniz de katıl­mak isterim. Ziver Bey adında biri vardır ki âdi, alçak bir adamdır. Hiç kuşku yok ki, o 600’lük veya 300’lük defterin içindedir. Yani 150’ye çıkacak bir adam gözükmemiştir. Şimdi başka birini çı­kartırız, onun yerine Ziver Bey’i koyarız. Hiçbir engel yok…”

Sonra konuşmasını şöyle sür­dürür:

“Yalnız baylar, Bakanlar Ku­rulu vardığı kararda şunu düşündü: Dedi ki, bir adam şöyle bir alçaklık yapmış, bir öteki de böy­le. Fakat berikinin bugün aynı güçte, aynı kudrette olarak aynı alçaklığı yapabilmesi olanak ve olasılığı yok gibidir. Fakat, öteki, aynı alçaklığı yapabilmek için bu­gün aynı güç ve kuvvetlerle do­natılmıştır ve örgütlüdür. Bu noktayı yalnız geçmişi gözönünde bulundurarak değil, gelecek bakımından da düşünmek gere­kir.

Örneğin, bugün Balıkesir ha­pishanelerinde 42 tane tutuklu vardır. Vatana İhanet suçuyla ida­ma mahkûmdurlar, duruyorlar. Bu adamlar o zamanki çete çalış­maları sırasında ve bağlılıkları, ilgileri nedeniyle bugün yine ülke içinde her türlü kışkırtma ve ey­lemi yapmaya hazır ve yeteneklidirler. Bugün de, yarın da böyledirler. Dolayısıyla biz, büyük bir zorunluluk karşısında kaldık, bu bakımdan Ziver Bey (listeye) konulamadı. Eğer isterseniz, on­lardan bir tanesini çıkarırız, çize­riz, Ziver Bey’i sokarız. (Hayır sesleri). Sözlerim bu kadardır ve bu bakımdan başka türlü yapmak ve hepsini koyabilmek olanağı yoktur.”

Sonra gene tartışmalar baş­lar. Ali Şuuri Bey, Hüseyin Hüs­nü Efendi, Tunalı Hilmi Bey, Mazhar Bey, Dr. Mustafa Bey, Ah­met Süreyya Bey, Akçoraoğlu Yu­suf Bey, Hacı Bekir Efendi, İçişleri Bakanı’nı, “Listenin dü­zenlenmesinde hangi ölçüleri esas aldınız?” diye sıkıştırırlar. “Prensip nedir?” diye ısrarla so­rarlar. Ahmet Ferit Bey’in sabrı ta­şar, söyle der:

“Efendim, prensip diye ne is­tiyorsunuz? Hain. hain… Ne prensibi? Yalnız hainliğin yönü ve türü bakımından ancak bir sı­nıflandırma yapılabilir. Yoksa prensip nedir?”

HUKUK BİR KENARDA DURSUN

Oysa, bir hukuk profesörü olan Akçoraoğlu Yusuf Bey, açık seçik sormak ve söylemektedir, prensipten ne anladığını. Daha önce şöyle demiştir:

“Efendiler, sanıyorum ki, her gün üç defa kürsüye gelerek za­manınızı harcayan arkadaşlarınız­dan değilim. (Bravo sesleri, gül­meler).

Kırk yılda bir çıkmışım. Belki makul bir söz söyleyece­ğim. Şurada pek tanımadığım ve kendilerine düşünce açısından hiç karşı çıkmadığım arkadaşlar da ayak patırtısı yapıyorlar. Ne­denini anlamıyorum.

Şimdi sanıyorum ki, görevlerimizden en önemlilerinden birisini, yalnız aklımızla değil vicdan ve kalbimizle ilgili bir görevi yapmak üzere bulunuyoruz. Dolayısıyla bu konuda pek fazla acele…“

(Bu sırada konuşan kişiyi dinlemek istemeyenler, kendi aralarında yüksek sesle konuşmaktadırlar. Akçoraoğlu, onlara doğru seslenerek):

“Efendim, müsaade buyurur musunuz? Yoksa Bakanlar Kuru­lu mu toplantı halinde. (Gülüşme­ler) Millet Meclisi, çeşitli gö­revlerinden birini, sanıyorum ki şu anda yargı görevini yapıyor. Ve öyle bir karar verecektir ki, bu karar sonunda Türkiye’de bulu­nan ve eskiden Osmanlı saltanatı uyruğunda bulunan ve içlerinden bazıları, üzülerek söylüyorum, bir­ çoğu Türk olan bazı kişileri, Tür­kiye Cumhuriyeti vatandaşlığın­dan kovacağız. Sanıyorum ki, her­hangi bir adam için verilecek kararların en ağınnı vereceğiz. Liste çabuk gelsin, çünkü karnımız aç, akşam yakın, iftara yetişeceğiz görüş ve düşünüşü geçerli ola­maz.

Bu konuda önce, kişiler gel­meden, prensipleri hukukî bir bi­çimde saptamak gerekir, içişleri Bakanı biraz genel olarak…

(O sı­rada yüksek sesle konuşmakta olan Recep Bey’e (Peker) döne­rek, ‘Biraz müsaade eder misiniz, sözüm işitilsin’ dedikten sonra)

Ve biraz açık olmayarak söyledi­ler. Fakat ben istiyorum ki, daha adlar okunmadan önce, hükümet adına bu 150 kişiyi hangi prensip­lere dayanarak ayırmış oldukları­nı belirli hukukî ve açık dayanaklarıyla söylesin, 1,2,3,4,5 ya­zalım. Prensipler bu biçimde be­lirdikten sonra, bize hükümet tarafından gönderilmiş olan şu suçluların, hükümlülerin ya da sanıkların hakkında bir jüri niteliğiyle bir karar vereceğiz. Diyor­lar ki, şunlar kovulacak, çıkartı­lacak. Fakat adlar gelmeden evvel prensip tartışması gerek. O pren­siplerde hata varsa, noksan var­sa onu tamamlayalım, değiştire­lim ya da düzeltelim de ondan sonra adlar listesi gelir, okunur.”

Akçoraoğlu Yusuf Bey’e, işi uzattığı, adların bir an önce okun­masına engel oldu diye, Meclis’in büyük çoğunluğu karşı çık­makta, İçişleri Bakanı Ferit Bey de, prensip saptanması konusun­daki direnmesinden dolayı gö­ründüğünden, sert cevaplar vermektedir. Sataşmalar sürer­ken, Yusuf Bey özetle şöyle der:

“… Burada bir takım kimseleri milliyetten kovacağız. Acele et­meyiniz. Ben de içinizden oy ve­recek biri sıfatı ile söylüyorum. Hiçbirisi hakkında açık bilgim yoktur. Prensipleri belirlersek, ola ki, içinizden biri adları gördü­ğünde der ki, falan filandan da­ha fazla bu listeye girmeyi hak ediyor, onu onun yerine koyabi­liriz. Onun için önce prensipleri saptayalım. Çünkü çok veballi, vicdanımız üzerinde daima bizi rahatsız edecek bir oy vermekle yükümlü bulunuyoruz…”

Ne var ki, o gün o saatlerde Meclis Genel Kurulu’nun pren­sip, hukuk kuralları gibi sorunlar­la uğraşma sabrı yoktur. Bir an önce, kimlerin 150’likler listesi­ne girdiğini öğrenmek istemekte­dirler.


Bir 150’lik daha: Gümülcineli İsmail

GÜMÜLCİNELİ İsmail Bey, 150’likler listesine girip de vatan haini diye sınır dışına gidince­ye kadar oldukça fırtınalı bir hayat yaşamıştır. 1877 yılında Gümülcine’de doğan Hacı Adil Bey’in oğlu İsmail, Abdülhamid saltanatına karşı direnenler ve savaşanlar safında yer almış, 1908 Meşrutiyeti’nin ilânından sonra İttihat ve Terakki Fırkası ada­yı olarak Gümülcine Mebusu seçil­miştir. Bir süre sonra İttihatçılarla arası bozulan Gümülcineli, daha baş­ka bazı arkadaşlarıyla birlikle İstan­bul’da Ahali Fırkası’nı kurmuş, Meclis’te İttihatçılara karşı sert bir muhalefet yürütmüş, sonra fırkasını Hürriyet ve İtilâf Fırkası’yla birleştirmiş.

Miralay Sadık Bey’in başkan olduğu bu fırkada, İkinci Başkanlık görevini yüklenmiştir. Sadrazam Mah­mut Şevket Paşa’nın ölümüyle sonuçlanan suikast girişimi sonrasında, canını kurtarmak için yurt dışına kaçmış (1913) ve ancak 1918 sonunda Mondros Bırakışması’ndan sonra İstanbul’a dönmüştür.

Damat Ferit ve İtilâfçıların iktidarda oldukları sırada, bu arkadaşlarından pek fazla yüz bulamayan Gümülcineli İsmail, bir ara Bursa Valiliği’ne atanmış, ancak Kuvay-ı Mülliyeciler karşısında burada tutunamayarak İstanbul’a geri dön­mek zorunda kalmıştır. Gariptir, Gümülcineli İsmail, 13 Eylül 1920 tarihli ve 8453 sayılı İkdam gazetesinde yayınlanan bir Divan-ı Harb-ı Örfî kararına göre, “Kuvay-ı Millîye taraftarı” olduğu gerekçesiyle İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. 1924 yılında ise, aynı Gümülcineli İsmail, Bursa Valili­ği sırasında “Kuvay-ı Millîye’ye karşı çıktığı” gerekçesiyle 150’likler lis­tesine alınmış, önce Romanya’ya, ardından da Fransa’ya gitmiş, Marsilya yakınlarında bir köye yerleşerek ömrünü tamamlamıştır.


Ahmet Ferit Tek

İÇİŞLERİ Bakanı olarak Meclis’in gizli oturumunda 600 kişinin arasından, 150’liklerin nasıl saptandığını anlatırken, başta Yusuf Akçoraoğlu olmak üze­re, bazı milletvekillerinin, bu saptamanın hangi prensipler çerçeve­sinde yapıldığını sormalarına sinir­lenen Ferit Bey şöyle demişti:

“Prensip diye ne istiyorsunuz?. Ha­in, hain!.. Ne prensibi?.. Yalnız ha­inliğin yönü ve türü bakımından bir sınıflandırma yapılabilir. Yoksa prensip nedir?”.

Alttaki fotoğ­rafta Ahmet Ferit Bey’i, TBMM’nin kuruluşunun 50. yıl­ dönümü nedeniyle 1970 yılında yapılan tören günlerinde görüyorsunuz.

Ahmet Ferit Tek

Yusuf Akçura

RUSYA’da, Sember’de doğup (1876), Paris’te Siyasî Bilim­ler’de okuyan, İstanbul’a ge­lip, 1908 sonrası Türkçülük akım­ları içinde yerini alan, Dışişleri Bakanlığı, Doğu İşleri Danışman­lığı ve İstanbul Üniversitesi’nde pro­fesörlük yapan Akçoraoğlu Yusuf Bey, TBMM’nin ikinci dönemin­de İstanbul milletvekili olarak bu­lunduğu günlerde 150’likler listesi hazırlanır ve tartışılırken, vatandaş­lıktan atılacak kişiler için “Önce prensipler belirlenmelidir” diyerek, sabırsız milletvekillerini hayli sinir­lendirmişti.