150’likler: Kimdiler? Ne yaptılar? Ne oldular? (4/7)

Hainlerin bir kısmı İngilizlere sığınırken, bir kısmı da yurt dışına kaçıyor!


Refet Paşa, Yıldız Sarayı’nda Sultan Vahidettin’i ziyaret edip padişahlığının son bulduğunu Halife ye bildiriyor!


İhanet çemberi parçalanıyor!


Eylül 1922’de Yunan aske­rini İzmir’de denize döken TBMM orduları, Bursa ve İzmit üzerinden İstanbul’a doğru yürüyüşlerine devam ederken, İngiliz, Fransız ve İtalyanlar, Yunan­lılar adına Mustafa Kemal Paşa’ya Mudanya’da bir ateşkes görüşmesi önerirler. 11 Ekim’de Mudanya Ateşkes anlaşması imzalanır. Lozan’da bir barış konferansı toplanması İçin karar alınır. Dokuz gün sonra, Türk ordu­larının temsilcisi olarak 100 jan­darma eriyle Refet Paşa (Bele) İstanbul’a girer. 1 Kasım’da, An­kara’daki TBMM, saltanatın kal­dırılmasını kararlaştırır. Aynı gece Refet Paşa, Yıldız Sarayı’nda Sultan Vahideddin’i ziya­ret edip padişahlığının son bul­duğunu halifeye bildirir. Dört gün sonraysa Refet Paşa, bir bildiri ile, TBMM Hükümeti adına İstan­bul’un yönetimini resmen devral­dığını açıklar. Son Osmanlı Devleti Hükümeti’ne -Tevfik Paşa (Okday) Hükümeti- de, “görevlerinin sona erdiği, evleri­ ne çekilip oturmaları” ihtar edi­lir.

İstanbul’daki Milli Mücadele karşıtları ve İşbirlikçiler arasında tam bir panik başlamıştır. Nureddin Paşa’nın 1. Ordu Birlikleri, İs­tanbul kapılarına, Hereke ve Gebze’ye kadar gelmişler, Nureddin Paşa, karargâhını İzmit’te kur­muştur. Ankara’nın resmen İstanbul yönetimine el koymasının ertesi günü, Peyam-ı Sabah başyazarı ve eski Dahiliye vekillerinden (İçişleri Bakanı) Ali Kemal’in İs­tanbul’dan kaldırılıp İzmit’e götü­rülmesi ve Nureddin Paşa tarafından sorgulandıktan sonra karargâh önünde taşlanıp parça­lanarak linç edilmesi, cesedinin de İstasyon yanındaki köprü ba­şında kurulan bir sehpaya asıla­rak bırakılması haberi İstanbul’a vardığında, İşbirlikçiler arasında­ki panik daha da büyür.

7 Kasım’da, İsmet Paşa’nın Dışişleri Bakanı ve Lozan barış görüşmelerinde Türk Başdelegesi olarak, İsviçre’ye gitmek üzere İstanbul’a geldiği gün, Da­mat Ferit’in hükümetlerinde İçiş­leri Bakanlığı yapmış Ayân üyesi Mehmet Ali Bey ve o dönemde görev almışlardan sekiz kişi, An­kara Hükümeti temsilcilerince tutuklanır.

SIÇAN DELİĞİNE GİRENLER

Ali Kemal’in linç edilmesi, Mehmet Ali Bey’in ve bazı Hürri­yet ve İtilafçıların tutuklanması, geri kalan işbirlikçileri iyice pe­rişan eder. Bunlardan biri olan Aydede gazetesi sahip ve yazarı, Mütareke dönemi Posta ve Telgraf Müdür-i Umumisi (Genel Mü­dürü) Refik Halid Bey (Karay), saklandığı yerden gizlice bir vapura binerek 9 Kasım’da yurt dışına kaçar.

Damat Ferit, daha 22 Eylül’de, İngiliz polislerinin koruması altında Orient Express ile Fran­sa’ya kaçmış, Nice şehrine yer­leşmiştir. İstanbul’da kalanlar ve eş dost evlerine sığınarak saklanan­lar, ne yapacaklarını bilemezler. Bunlardan Hakkâri Mutasarrıfı Osman Nuri (Kadri), Bolu Mutasarrıfı iken, Kuva-yı Milliye hareke­tini bir “Bolşeviklik” hareketi olarak damgalamak isteyen ilk ki­şi olarak apar topar Bulgaristan’a kaçar, oradan Suriye’ye geçer. Eski Adalet Müsteşarı sonra da bakanı olan müseccel İngiliz ca­susu Sait Molla da çoktan kendi­ni Romanya’ya atmıştır… İstanbul’da kalanlar ise, başı kesilmiş tavuklar gibi şaşkın ortalıkta do­laşırlarken, sonunda bir bölüğü, çareyi İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sığınmakta bulurlar.

7 Kasım’dan 13 Kasım gününe kadar İngiltere Devlet-i Fehimesi’ne (yüksek devletine) sığınanların sayısı 140’ı bulur. İngilizler, bunların önde ge­lenlerinden bir bölümünü, hemen o ilk günlerde kalkan bir vapurla Mısır’a yollarlar. Bu ilk kafilenin başında, “asi ve baği” ilân edilen Mustafa Kemal Paşa’nın “katline (öldürülmesine) fetva veren” Da­mat Ferit hükümetlerinin Şeyhü­lislâmı ve bir ara da Sadrazam Vekilliği yapmış olan Dürrizade Mustafa Sabri Hoca vardır.

Geri kalanların bir bölüğü, -ki bunların arasında Saray uşakları, küçük zabitler, tekke şeyhleri, hatipler, vaizler, hatta po­lis neferi, bekçi, saka gibi kişiler çoğunluktadır-, henüz İngiliz askerlerince işgal altında tutulan Taşkışla’da konuk edilirler. 17 Kasım’da sağlanan bir vapurla da, Mısır’a doğru yola çıkarılırlar.

Bu vapur, Çanakkale Boğazı’ndan çıktıktan sonra, önce Yu­nanistan’ın Pire Limanı’na uğrar. Kaçaklardan bir bölüğü burada karaya çıkarlar. Geri kalanları ise vapur, Mısır’ın İskenderiye Limanı’na bırakır. Taşkışla konuklarından bir başka bölüm ise gene İngilizler­ce sağlanan bir vapurla Roman­ya’nın Köstence Limanı’na gider, oradan Avrupa’ya dağılırlar.

DAHA 150’LİK ADI YOKKEN

Ortada daha ne 150’likler lis­tesi, hatta ne de böyle bir liste­nin çıkarılacağına dair haber yokken, böyle birtakım kişilerin, yaptıklarından korkup, hesap ve­remeyeceklerinin bilincinde ola­rak 1922 yılı Kasım’ında paniğe kapılıp İngilizlere sığınmaları ve onların aracılığıyla Türkiye’den ayrılmaları ilginç bir gelişmedir. Hainler, hainliklerini bilmişlerdir…

Başta, Dürrizade Musta­fa Sabri Hoca olmak üzere İngiliz sömürgesi Mısır’a kaçanların sa­yısı hayli kabarıktır. İngiliz Hükü­meti, bu işbirlikçilerinin pek azına kısa bir süre arka çıkar ve paraca destekler. Sonra, kişisel serveti olmayanların pek çoğu orada ve oradan gittikleri başka yerlerde çok kez işsiz güçsüz ve sefalet içinde günlerini geçirmişler, sefil ve perişan olmuşlardır. Bu kaçakların pek çoğu, ka­çışlarından iki yıl sonra 1924’te çıkartılan 150’likler listesine bi­le alınmaya değer görülmemiş­lerdir. Neden korkup, neden kaçtıkları da belli değildir. Bun­lardan bir kısmı, aradan yıllar ge­çip de haklarında bir araştırma ve soruşturma olmadığını gördükle­rinde geriye dönmüşlerdir.

MELANETLERİNE DIŞARIDA DEVAM EDENLER

Çökmüş Osmanlı İmparator­luğu’nun yerine yeni bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti kurulur­ken, bu kaçaklardan bir bölümü, bu Cumhuriyet’in kurucu ve yö­neticilerine karşı sönmeyen bir kin ve düşmanlıkla eylemlerini sürdürmüşlerdir. Örneğin bunlardan, Kuşçubaşı Eşref’in kardeşi ve 150’likler listesine girmiş Hacı Sami, Yuna­nistan’ın Sisam Adası’ndan çete­siyle birlikte 27 Ağustos 1927’de Karaburun’a çıkmış, Türkiye’de karışıklıklar yaratmak istemiş ama daha sahildeyken jandarma­lar tarafından görülüp öldürül­müştür.

Bir başkası, memleketi olan Gümûlcine’ye yerleşmiş, çı­kardığı gazetesiyle yıllar yılı Cumhuriyet, lâiklik ve Mustafa Kemal aleyhine yayın yapmış, Doğu Trakya’da kalmış Türk azın­lığını zehirlemek için elinden ge­leni ardına bırakmamıştır. Mısır’a sığınan ve İngiliz pa­rasıyla yaşamını sürdüren Dürri­zade Mustafa Sabri Hoca, -Şey­hülislâm iken fetvalara imzasını Dürrizade Es-Seyyid Abdullah diye atmaktadır-, bir başka Hür­riyet ve İtilâfçı, Mevlanzade Rıfat tarafından “Osmanlı Devleti’nin Rasputini” diye adlandırılan Nak­şibendi şeyhi Konyalı Zeynelabidin, -ki Kuva-yı Milliye’ye karşı Bozkır ve Konya isyanlarını çı­karttıran, siyasal yaşamında ilk şöhretini 1910 seçimlerinde İtti­hat ve Terakki’ye karşı muhalif­ken mebus seçilebilen altı kişi­den biri olarak yapmış, Mahmut Şevket Paşa’ya suikast olayında İstanbul’da olmadığı için canını kurtarabilmiş fakat Gemlik’e sü­rülmüş, Mondros ateşkesinden sonra İstanbul’a dönüp Hürriyet ve İtilaf Fırkası içinde yerini al­mış, Ayân azası seçilmiş ve Vahideddin’i parmağında oynatmış biridir-, Feylesof (filozof) Dr. Rıza Tevfik, Topçu Livası Mustafa Natık Paşa, Adanalı Zeynelabidin, Şaban Ağa gibileri, Mısır’a kaçıp canlarını kurtardıktan bir süre sonra, Mekke Şerifi Hüse­yin’in konuğu olarak Mekke’ye gitmişler, kendileri gibi İngilizlere sığınmış sabık Padişah ve Halife Mehmet Vahideddin’i beklemişler, “Hilafet Komitesi” adıyla örgütlenmişler, hep birlik­te İslam dünyasında halifelik adı altında birtakım fırıldaklar çevir­meye kalkışmışlardır. Aslında, kendilerini Hicaz’a, halifelik postunun üstüne oturmak için çağıran Mekke Şerifi’nin de başı­na işler açınca, kendilerini Hi­caz’dan geriye Mısır’a zor at­mışlardır. Başlangıçta bunlar ara­sında yer alan Filozof Rıza Tev­fik, daha sonra bu politika arkadaşlarının kin ve hırslarının boylarını çok aştığını, şaşkınlık ve beceriksizliklerini görünce bunların arasından çekilip Ür­dün’e geçmiş, orada kurulmakta olan bir müzede görev alarak, sonraki yıllarında politikadan uzak kalmaya çalışmıştır.

Bu kafilelere katılmayanlar­dan biri de, eski Posta ve Telgraf Müdür-i Umumisi olan edebiyat­çı Refik Halid (Karay) olmuş, o dönemde Fransız mandası olan Suriye’nin İskenderun sancağın­da Antakya ve sonra Halep şehri­ne yerleşip, gazetecilik ve yazarlıkla günlerini geçirmiş, Ulu­sal Kurtuluş Savaşı’na karşı tu­tum takınmakla yanlış yaptığını da, açıkça yazıp söylemiştir.


Vahideddin ve Damat Ferit 150’lik değildirler…

KAMUOYUNDA yaygın ve yanlış bir sanı vardır. Çok kişi, son Osmanlı Padişahı Mehmet Vahideddin ve sadrazamı Damat Fe­rit’i 150’likler listesinde yer almışlar sanır. Pek çok kaynak kitapta da bunlardan “150’liklerden” diye söz edilir. 36. ve sonuncu Osmanlı padişahı olan Sultan Mehmet Vahideddin’in padişahlığı, 1 Kasım 1922’de TBMM’nin saltanatı kaldırmasıyla son bulmuştur.

Bundan sonraki kısa süre içinde Vahideddin, sadece halifedir. Ancak, 17 Kasım’da Vahideddin’in İstanbul’daki işgal kuvvetleri başko­mutanına sığınması ve Malaya adlı savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçırılışı üzerine, 18 Kasım’da sabık padişahın halifelik sıfatı da kaldırılıp yerine halife olarak gene Osmanlı hanedanından Abdülmecit Efendi, Ankara’daki TBMM’ce seçilmiştir.

TBMM’ce Vahideddin “hain” ilân edilmiş ama 150’likler listesine alınmasına gerek görülmemiştir. Dolayısıyla 150’liklerden değildir. Vahideddin’in beş kez (toplam onüç ay) sadrazamlığını yapan, eniştesi Mehmet Ferit Paşa (Damat Ferit) de 1924 yılında son ve kesin şeklini alan 150’likler listesinde yer almamıştır.

Damat Ferit, padişahın da uyarısıyla, Yunanlıların İzmir’de denize dökülmesinden bir süre sonra ve 11 Ekim’de Mudanya ateşkesinin imzasından önce, İstanbul’daki işgalci İngiliz polis­lerinin koruması altında (22 Eylül 1922), Orient Express ile Avrupa’ya kaçmış, Fransa’nın Nice şehrine yerleşmiş ve Türk ordularının resmen İs­tanbul’a girdikleri 6 Ekim 1923 günü de orada ölmüştür.

Zaten daha 7 Ekim 1920 tarihinde Ankara İstiklâl Mahkemesi’nce Sevr Anlaşması’nı imzaladıkları için Ayân’dan Hadi, Rıza Tevfik ve Bern Sefiri Reşat Halis’le birlikte gıyabında idam cezasına çarptırılmış olan Damat Ferit, 150’likler listesinin kesin ve son şeklini aldığı 1 Haziran 1924’te hayatta olsaydı, kuşkusuz ki bu listenin başında bulunurdu. Ama öldüğü için 150’likler listesine girmemiştir. 150’lik değildir.


DÜZELTME: Dr. Adnan ADIVAR, biyografisinde yanlışlıkla Serbest Cumhuriyet Fırkası kurucuları arasında gösterilmiştir. Doğrusu Te­rakkiperver Cumhuriyet Fırkası’dır. Düzeltir, özür dileriz.