150’likler: Kimdiler? Ne yaptılar? Ne oldular? (1/7)

Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca, dış düşman ve saldırganlarla olduğu kadar iç düşmanlar ve siyasal karşıtlarıyla ve anlaşmazlığa düştüğü kişi ve kuruluşlarla da boğuşmak zorunda kalan T.B.M.M. ve yöneticileri, Lozan Barış Antlaşması gereğince, 1914-1922 yılla­rını kapsayan bir genel af ilânı zorunluluğu ile karşı karşıya kal­dıklarında, bu antlaşmaya 150 kişilik bir istisna maddesi koydurmuşlardır.

Lozan Barış Antlaşmasına bir protokolle eklenen bu istisna mad­desine göre, adları sonradan saptanacak 150 kişi, Türk toprakla­rında olunamayacak ve Türkiye’ye gelemeyeceklerdir. Malları altı ay içinde tasfiye edilecektir.

23 Temmuz 1923’de Lozan Barış Antlaşması imzalandığında, af dışı bırakılacak bu 150 kişinin kimler olacağı henüz saptanma­mıştır. Kimin saptayacağı, hangi ölçülere göre saptayacağı da belli değildir. 1923 ve 1924 yıllarında 391 ve 487 saydı genel af yasaları çıkarıldığında da 150’likler listesi yayınlanmamıştır. Sadece bu ka­nunlara, “Bu kanun hükümleri, Banş Antlaşmasına bağlı Beyanname ve Protokolde amaçlanan kişileri kapsamına almaz” denilmekle yetinilmiştir.

23 Nisan 1924’de Bakanlar Kurulu, konuyu ele almış, 149 kişi­lik bir liste hazırlamıştır. 1 Haziran’da, Cumhurbaşkanı Gazi Mus­tafa Kemal Paşa, bu listeye Köylü Gazetesi sahibi Refet’i katmış, sayı 150’yi bulmuştur. Sonra liste yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Aradan üç yıl geçtikten sonra 28 Mayıs 1927’de, 150’likler, Türk vatandaşlığından çıkartılmışlardır. Hemen tümü, zaten daha 1922’de yurt dışına çıkmış olan 150’likler, aradan 16 yıl geçtikten sonra 26 Haziran 1938’de kabul edilen 3527 sayılı yasayla affedilmişler, isteyenlerin, yeniden Türk vatandaşlığına kabulü ve yurda dönme­si sağlanmıştır.

Yurt dışında sürgündeyken bir bölümü ölmüş olan 150’liklerin, bağışlandıktan sonra yurda dönenleri olduğu gibi, dönmeyip gur­bette kalanları da olmuştur. Saptayabildiğimize göre, günümüzde 150’liklerden olup da, hayatta kalan yoktur.


Yazan:İlhami Soysal

Kuva-yı inzibatiye (*) Başkumandanı Süleyman Şefik Paşa, Divan-ı Harp esbak (*) Reisi Nemrut (Kürt) Mustafa Paşa, “Yaver-i Has”(*) Kiraz Hamdi Paşa, Bahriye “Nazır-ı esbak’ Cakacı Hamdi Paşa, Maarif Nazır-ı esbakı Rumbeyoğlu Sabrettin, Ziraat ve Ticaret Nazırı Kızıl Hançerli Naci, İşkenceci Mülâzım (*) Adil… ve Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Yazar Refik Halid (Karay), Yazar Refii Cevat (Ulunay), ayrıca 140 kişi daha… 1 Haziran 1924 günü hazırlanan listeye girdiler, yurt dışına sürüldüler… Niçin?.. Nasıl?.. Ne zamana kadar?..


1940 yılı yazında, bazı İstanbul gazetelerinde ufacık bir haber yer alır:

“Hürriyet ve İtilâf Fırkası Re­is-i esbakı Miralay Sadık Bey, ön­ceki gün akşam üzeri vapurla, Romanya’nın Köstence Limanı’ndan şehrimize gelmiş, vatan topraklarında geçirdiği ilk geceyi takiben de irtihal etmiştir. Merhumun naaşının bugün def­nedilmesi beklenmektedir.”

Geçmişi bilmeyenler için pek fazla anlamı olmayan bu ufacık gazete haberi, aslında, ardında büyük bir dramı saklamaktadır. Miralay Sadık Bey, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ye­tişmiş önemli bir subaydır. 1840 doğumludur. Melâmi Tarikatı’ndandır. Birinci ve ikinci Meşruti­yet dönemlerini yaşamıştır. 1908 öncesinde görevli olduğu Manastır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurup, yöneten kişidir. Meşrutiyeti izleyen aylarda ordu­dan ayrılmış, Manastır mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a gir­miştir. Orada İttihatçı liderleriy­le görüş ayrılığına düşünce, Hür­riyet ve İtilâf Fırkası’nı kurmuş, bu fırkanın reisi olmuştur. Balkan bozgunundan sonra ittihatçılar Babıali Baskını ile iktidarı yeni­den ele geçirdiklerinde Mısır’a kaçmış, 1918 Mondros Bırakış­ması’ndan sonra yeniden İstan­bul’a dönmüştür. Hürriyet ve İtilâf Firkası’nı yeniden canlandı­ran Sadık Bey, Mısır’dayken edin­diği izlenimlerle, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş ve parçalan­mış Osmanlı Devleti’nin varlığı­nın ancak İngiliz mandası altına girmekle korunabileceği görü­şündedir.

Vahdettin tarafından ‘ayan azalığı’na (senatörlük) atan­mış, fırkasından Damat Ferit Paşa’nın sadareti sırasında da kabinede ‘sandalyesiz nazır’lık yapmıştır. Ancak Ferit Paşa ile de görüş ayrılığına düşünce, na­zırlıktan istifa etmiştir. Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Savaşı öncülerini de ittihatçılığın bir uzantısı biçiminde değerlendiren Miralay Sadık, Ankara Hükümet­lerine şiddetle cephe almıştır. Mudanya Bırakışması’ndan son­ra ise, İngilizlere sığınan Miralay Sadık, bazı arkadaşlarıyla birlik­te Romanya’ya gitmiş ve yerleş­miştir.

İlerlemiş yaşında ve parasız bir döneminde olduğu için Ro­manya’da çok sefalet çeken, so­nunda Harşova köyünde şoförlük yapan oğlunun yardımıyla güç hâl geçinebilen Miralay Sadık Bey, 150’likler listesine alındık­tan ve vatandaşlıktan çıkarıldık­tan sonra, eskiden tanıdığı Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’ya mektuplar yazarak bağış­lanmasını istemiştir. 1938 yılında 150’likler için çıkarılan aftan son­ra da parasızlık ve mecalsizlik yü­zünden Türkiye’ye dönemeyen Miralay Sadık Bey, 1940 yılında, Cumhurbaşkanı İnönü’nün Bük­reş Elçiliği’ne verdiği talimat üze­rine pasaportu ve dönüş bileti sağlanarak İstanbul’a gelmiş, Ga­lata rıhtımında karaya çıktığında, vatan toprağını öpmüş, sonra da Sirkeci’de bir otele gitmiştir. 18 yıl uzak kaldığı vatanında geçir­diği ilk gecenin seherinde ise öl­müştür. Miralay Sadık Bey’in İstan­bul’da yapılan cenaze töreninde, Cumhurbaşkanı adına bir yaver hazır bulunmuştur. Sadık Bey’in dramı, 150’liklerin pek çoğunun dramının bir benzeridir… Neydi Miralay Sadık Bey’i ve daha 149 kişiyi yurt dışına, gur­bet ellerine sürükleyen sel?

Bunu görebilmek ve anlaya­bilmek için isterseniz, Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerine, 1921 yı­lına kadar bir uzanalım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa, 3 Şu­bat 1921 günü akşamı, Çankaya’daki sobayla ısıtılan üç odalı bağ evinden çıkıp, taa karşılarda Ke­çiören’de bir başka bağ evinde oturan bir arkadaşına yemeğe gi­der. Yanında, İcra Vekilleri Heye­tinden Sıhhiye ve Muavenet-i içtimaiye (Sağlık ve Sosyal Yar­dım) Vekili Dr. Adnan Bey’le (Adıvar), Maliye Vekili Ahmet Ferit Bey (Tek) bir de Kalem-i Mahsus Müdürü Mülâzım-ı Evvel (teğmen) Hayati Bey vardır. Evine konuk gidilen arkadaş ise, Ankara İstiklâl Mahkemesi Reisi, Cebelibereket Mebusu Topçu İhsan Bey’dir (Eryavuz).

O GÜNLERDE MANZARA-İ UMUMİYE

1921 yılının başında Anado­lu’da ilginç gelişmeler olmakta­dır. TBMM orduları, Batı Cephe­sinde 1. İnönü Savaşını kazan­mışlardır. Yunan saldırısı kırıl­mıştır. Çerkez Ethem kuvvetleri çözülmüş, Ethem ve kardeşleri Yunanlılara sığınmışlardır, İngilizler, Anadolu’daki direniş karşı­sında, Yunanlıların sürekli bir başarı sağlayamayacaklarını anlamış, Londra’da toplanacak bir konferansla, 10 Ağustos 1920’de imzalanmış Osmanlı İmparatorlu­ğu’nun sonu olan Sevr Antlaşması’nı yok sayarak, onun yerine ye­ni bir anlaşmayı Osmanlılarla birlikte, Ankara’daki direnişçile­re de kabul ettirebilme çareleri­ni aramaya başlamışlardır. Londra’ya gönderilecek Türk de­legasyonuna, Ankara’nın da bir temsilci katmasını istemektedirler.

İstanbul’daki Sadrazam Tevfik Paşa kabinesinde bakan olan iki eski Sadrazamı, Ahmet İzzet Paşa ve Salih Paşa’yı, İstanbul’la Ankara arasında arabulucu ol­sunlar diye, görüşmek üzere Bilecik’e göndermiş, Mustafa Kemal Paşa da onları, bir olup bittiyle alıp Ankara’ya getirmiştir.

Yeni yılın ilk günlerinde, 20 Ocak 1921’de Ankara’daki TBMM, ilk maddesi, “Hakimiyet bilâkaydüşart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını biz­zat ve bilfiil idare etmesi esası­na müstenittir” diye başlayan yeni bir Teşkilât-ı Esasiye Kanu­nu (Anayasa) kabul etmiştir.

İstanbul Hükûmeti’nin tüm isteklerine karşılık, bu hüküme­tin iki üyesi, iki eski Osmanlı Sadrazamı Ahmet İzzet ve Salih Paşa’ların Ankara’daki “zoraki misafirlik”leri uzatılmaktadır.

TARİH, HAKLARINDA NASIL HÜKÜM VERECEK?

İşte 3 Şubat 1921 günü akşa­mı, Topçu İhsan Bey’in Keçiö­ren’deki bağ evindeki yemekte bütün bu gelişmeler görüşülür­ken, bir ara Mustafa Kemal Paşa acı acı gülerek anlatır:

“İzzet Paşa, İsmet’in (İnö­nü) Ankara’da bulunmasından is­tifade edip İstanbul’a dönmek İçin şefaat temin etmiş. Ben de, Ankara’da daha çok kalmak iste­mediklerine dair kendilerinden bir mektup istedim. Hayret et­tim… Bunu da vermişler, fakat kendi istedikleri gibi tadil etmek istemişler. Eski metinde ısrar et­tim. Ona da hayır demediler… Bü­tün arzuları, bir an evvel evlerine dönmek.. Yarın, tarih haklarında nasıl acı bir hüküm verecek, hiç düşünmüyorlar…”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri üzerine, hırçın bir devrim­ci olan Topçu ihsan Bey şöyle konuşur:

“Güzel ama Paşam, biz, ta­rihe hiçbir vesika ve müspet ha­dise bırakmıyoruz ki… Sizin bu af ve müsamaha hissiniz devam ettikçe, kim vatanperver, kim bu­ günkü şerait içinde münhasıran şahsını düşünmüş, hatta hıyanet etmiş, tarih bunu tespit edemeyecek… Ben, İstiklâl Mahkemesi Reisi olarak konuşacağım:

“Önümüze gelen dosyaları tetkik ve neticelendirirken, görü­yorum ki, asıl mücrimler karşı­mızda değildir. Bizim elimize geçenler, onların vasıta-i mel’anetleridir… Diyelim ki bugünkü şerait içinde onları adalet huzu­runa sevkedebilmek kudretine malik değiliz. Fakat meselâ, Da­mat Ferit habisi için bir karar ala­bildik mi? Alamadık… Hatta onun efendisi Padişah için bir tel’in ka­rarı kabul edebildik mi? Diyelim ki henüz zamanı ve sırası değil… Fakat bir gün elbette bunların huzur’u millette hesaplarını gör­me günü gelecektir…. Böyle ol­masa bile, faaliyet ve gayeleri tarihe intikal ettirmek için, şim­diden hazırlıklı olmalıdır. Siyasi­yat cilveleri içinde, öyle hadiseler unutuluyor ki, yarın, hakikatleri elde etmek imkânsız hale gelecektir…“

DEFTERLERİ DÜRÜLECEKLER

Ankara İstiklâl Mahkemesi Başkanı İhsan Bey’in bu görüş­lerine, Dr. Adnan Bey de katılır. Ancak o, gıyapta hüküm verme­ye karşıdır. Maliye Vekili Ferit Bey de Adnan Bey’e katılır. Bu konuşma o noktada kalır.

3 Şubat 1921 gecesinin üs­tünden bir buçuk yıl kadar zaman geçer. 2. İnönü zaferi, Sakarya za­feri, 30 Ağustos zaferleri kazanıl­mış, Yunan Ordusu İzmir’de denize dökülmüş, vatan kurtul­muştur. Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından önceki günlere gelinmiştir. Bir akşam Mustafa Kemal Paşa, İhsan Bey’i yemeğe çağırır. Yemekte, İsmet Paşa (İnönü), Fevzi Paşa (Çak­mak), Kâzım Paşa (Özalp), Ali Fet­hi Bey (Okyar), Yusuf Kemal Bey (Tengirşenk), Adliye Vekili Seyyit Bey’ler de vardır. Gazi, İhsan Bey’e şöyle der:

“İhsan Bey… Hatırlar mısı­nız, bir gün sizinle ve zannediyo­rum ki Doktor Adnan ve sabık Maliye Vekili Ferit Bey’lerin bu­lunduğu bir hususi toplantıda, zaferden sonra memlekette kal­ması, vatanın huzuru itibariyle mucibi endişe olacak kimselerin listesinden bahsetmiştik ve ha­tırımda kaldığına göre, siz bunla­rın daha o zaman tespitini istemiştiniz. Şimdi Yusuf Kemal Bey, her beynelmilel muahede­nin bir affı derpiş ettiğini söyle­yerek, böyle bir ihtimale karşı hazır bulunmamızı istiyor…“

“O halde, bizim yapacağımı­zı tasavvur ettiğimiz hazırlıklar, bir emrivaki oluyor demek. Ne dersiniz?”


Osmanlı İmparatorluğu’nun son sadrazamların­dan Salih Hulusi (Kezrak, 1864-1939) Paşa ile Müşir Ahmet İzzet (Furgaç, 1864-1937) Paşa

SON Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa Kabinesi’nde Bahri­ye ve Hariciye nazırlıkları gö­revlerini yüklenen bu iki eski Osmanlı sadrazamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun parlak ve yetenekli askerleri ara­sında sayılırlardı.

Nazırlıkları döneminde de, sadrazamlıkları döne­minde de Anadolu’daki Ulusal Kur­tuluş Savaşı’na olabildikleri kadar yardımcı ölmuşlar, ancak bu direni­şin başarılı olacağına inanamamışlar­dır. Birinci İnönü zaferinden sonra Londra’da yeniden toplanacak sulh konferansına Anadolu Hükümeti’nin de bir temsilci göndermesi istenince, Ankara Hükümeti’ni, Osmanlı Hü­kümeti temsilcileriyle birlikte Londra’ya temsilci göndermeye ikna etmek için Bilecik’e gelip, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek isteyen bu iki eski sadrazam, Mustafa Kemal’in bir olupbittisiyle Ankara’ya götürülüp konuk edilmişler, ancak orada da direnişe inanmadıklarından bir daha görev almayıp, politikaya karışmayacakları sözünü vererek İstanbul’a dönmüş fakat gene de daha sonraki kabinelerde bakanlık koltuğuna oturmaktan kendilerini alamamışlardır. Kurtuluştan sonra, köşelerine çekilen bu iki sadrazam anılarıyla baş başa yaşamışlardır.


One thought on “150’likler: Kimdiler? Ne yaptılar? Ne oldular? (1/7)

Yorumlar kapatıldı.