13 Yıl Büyük Atatürk’ün Yanından Ayrılmamış Başsofracısının Anıları
Bu haber, S. A. Terzioğlu imzasıyla ’13 Yıl Büyük Atatürk’ün yanından ayrılmamış Başsofracısının anıları’ başlığıyla 10 Kasım 1962 Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır:
İbrahim Ergüven anlatıyor ‘…son günlerinde uzun uyuduğunu fark etmemesi için kendisine günü geçmiş gazeteleri vermeye mecbur kalırdık…’
Ölümsüz Atatürk’ün ebediyete intikâlinin 24’üncü yıl dönümünde bugün, yine anılarını hürmet ve bitmeyecek olan bir bağlılık ile yaşıyoruz.
Atatürk, 11 Mart 1928’de verdiği bir söylevde şöyle demişti:
‘Ölüme doğru en çok ileri atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Kalbimin üzerinde bir saat vardı. Ve bu saat, mermi parçasının şiddetini kesti. Sıhhatim tamamen yerinde, kuvvetim de hal-i inkişafta. Ölmeye asla niyetim yok…’
İşte Atatürk, vatanına ve milletine bağlı bir insandı. Fakat ecel O’na, hiç beklemediği ve beklemediğimiz bir anda erişti. O esasen bundan kaçmıyor ve çekinmiyordu. Hayata bağlılığı sebebiyle ecelin kendisini mağlup edemeyeceğine inanıyordu.
Bugün, Atatürk’ün hizmetine ölümünden 13 yıl evvel girmiş bulunan en sadık hizmetkârlarından birinin ağzından Atatürk’ün ölümü ve ona giden günlerden bahsetmek istiyorum. İbrahim Ergüven, Ata’nın hizmetinde bulunan ve O’nu her bakımdan yakından bilen nadir ve bahtiyar insanlardan biri. Soyadını Atatürk ona kendisi vermiş…İbrahim Ergüven şimdi emekli bir memur. Ata’nın yalnız ölüm günlerinde değil, hemen Allah’ın her günü O’na minnetle bağlı olduğunu ifade etmekte ve adını saygı ile anmaktadır.
Şu aşağıda nakledeceğim satırları bana anlatırken, ak saçlı Atatürkçünün hıçkırarak ağladığını söylemeden geçemeyeceğim.
GÜNÜ GEÇMİŞ GAZETELER
Son günlerinde idi. (O’na hiç kimse öldü diyemiyor). Başucunda kardeşi Makbule Atadan, Kur’an okudu. Ben de bu sırada ‘Şu Kur’anın yüzü suyu hürmetine Atamıza iyilik ver’ diye Allah’a yakarıyordum. O sırada odanın havalandırılması için açık bırakılan büyük pencerelerden biri müthiş bir gürültü ile kapandı. Atatürk günlerden beri komada idi… Gürültü Ata’yı derin uykusundan uyandırdı…Ve:
‘İbrahim sen burada mısın? Bu yatağı ne zaman değiştirdiniz?’ diye sordu. Bazı sebeplerle yatağını sık sık değiştirmek mecburiyetinde kalırdık. O gün de, 4 kişi yatağın üzerine çıkarak bir battaniye içinde Ata’yı başka bir yatağa naklettik. Bu sırada karyola kırıldı. Ve değiştirdik.
İşte Atam, bunu fark etmişti. Ayrıca:
‘Ben kaç saat uyudum. Saat kaç? Gazeteler geldi mi?’ buyurdular.
O, her zaman derin uykudan uyanınca hemen saatin kaç olduğunu ve gazetelerin gelip gelmediğini sorardı.
Biz de kendisine iyi ve rahat bir uyku uyuduğunu söyler, uzun uyuduğunu fark etmemesi için günü geçmiş gazeteleri kendisine vermek zorunda kalırdık.
O gün çok ağır durumda idi. Kapıda nöbet beklemekte olan doktorlarından Mim Kemal ile Neşet Ömer İrdelp’e Atatürk’ün kendine geldiğini sevinçle bildirdik. O gün bir süre böyle gitti. Fakat sonraları yine komaya girdi.
Son nefesini verirken berberi Mehmet, berber yardımcısı Rıdvan yanında idiler. Bana haber verdikleri anı hatırlamak dahi istemiyorum.
Ölüm raporunun tanziminden sonra Selimiye Askeri Hastanesi’nden gelen tabiplerin delâletiyle yıkanıp tahnit edildi, kefenlendi ve hazırlanan bir tabuta konularak bizzat tadil ettirdiği yatak odasına nakledildi. (Balkonlu oda) Burada elips şeklinde yaldızlı ve üzeri somaki mermer bir orta masası vardı. Onun üzerine yerleştirildi. Ben de Sabuncakisten getirdiğim bir araba dolusu çiçekle etrafını O’na lâyık olduğu şekilde donattım.
Ve ilk ihtiram nöbetine genç teğmenlerle birlikte girdim. Bilahare, Büyük Millet Meclisi’nde verilen bir emirle yeniden bir tabut yaptırıldı. Bu meşe ağacındandı. İçi kurşun kaplı idi. Ve çok ağırdı. Sonradan buna üzeri asma yaprağı ve sarmaşık motifleriyle süslü bronz kollar döktürüldü.
Atatürk bizim yegâne istinatgâhımızdı. O’nun vakitsiz ölümü ile her şeyimizi kaybetmiş olduk.
SEVDİKLERİNE ‘ÇOCUK’ DERDİ
Kordiplomatik ziyafetleri, kralların ağırlanması gibi işler bana aitti. Sofrasını ben donatırdım. Milli bayramlarımızdan birinde idi.(30 Ağustos) Sofrayı her zamanki gibi nadide güller ve çiçeklerle donatırken bir mânâ ifadesine de gayret ederdim. O geceki milli bayrama izafen masaya beyaz, kırmızı ve sarı yıldız çiçeklerinden büyük bir İstiklâl Madalyası döşedim.
Sofraya otururlarken Ruşen Eşref Ünaydın, ‘Bu gece yine masamız konuşuyor Paşam!’ dedi. Ve ilave etti: ‘İbrahim sofrayı konuşturmuş!.. İstiklâl madalyasının güzelliğine bakınız!..’
Bunun üzerine Atatürk:
‘Çok zeki çocuk!’ dedi. Ve bana dönerek: ‘Aferin çocuk’ diye tebrik etti. Etrafındakilere de şu izahatta bulundu:
‘O yapar, sanatkârdır. Ressamdır.’
Ata sevdiklerine ‘çocuk’ diye hitap ederdi.
MARKALI GÖMLEKLER
Atatürk zaman zaman Rıdvan’ı, Faik Çelen’i ve nöbetçi askerleri güreştirmekten zevk alırdı. Bir gün Kütahya Milletvekili Nuri Conker, ‘Paşam, şimdi sıra İbrahim’e geldi!’ dedi. Bunun üzerine Ata:
‘O sanatkârdır. İncinir.’ diyerek benim güreşmeme rıza göstermedi.
Güreşenlerin çoğu zaman elbiseleri, gömlekleri yırtılır; parçalanırdı. Bunu gören Ata, markalı gömleklerini onlara verdirir ve bu kıyasıya güreş karşısında gözleri yaşarır, hislenirdi.
Güreşenlerin çoğu Faik Çelen’e yenilirdi. Çünkü askerler Paşa’nın yanına çağırıldıkları zaman ürperirlerdi. Faik de bu şaşkınlıktan istifade eder onları bir çırpıda yere çalardı. Atatürk de bu hal karşısında ‘Aaaa…onu da yendi!’ diye çocuklar gibi sevinir, el çırpardı.
Bugün İbrahim Ergüven’in evinde sakladığı aziz ve mukaddes hâtıralar arasında şunlar da var:
Son gün çenesine bağlanan GMK markalı bir beyaz mendil, son günlerde yediği çavdar ekmeğinden birkaç dilim(bozulmamış), tuzluğu, suni tuzu(Bayer’in), poriç fincanı…