12 Yıl Ata’nın Yanında Kalan Bir Vatandaşın Hatıraları
Bu yazı, Atatürk’ün ölümünün 15. yılında Levent N. ESMER imzası ve ’12 yıl Ata’nın yanında kalan bir vatandaşın hatıraları’ başlığı ile Zafer Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Bu topraklar üzerinde yaşayan 22 milyon Türkten, O’na yakın olmayı, O’nu yakından tanımayı arzu etmeyecek bir tek kişiye rastlanamaz. Buna nail olmayan milyonlarca insan bunun üzüntüsü içinde iken, 12 sene müddetle Ata’nın yanında, yakınında bulunmuş bahtiyar bir Türk’e rastladık. Emniyet İkinci Şube komiserlerinden Enver Kezer, 12 sene müddetle Atatürk’ün maiyet memurluğunu yapmış, seyahatlerinde ona refakat etmiş, geceleri oda kapısının önünde nöbet beklemiş, on iki sene Ata ile aynı havayı teneffüs etmiş, bir vatandaştır. Atatürk’den bahsederken gözleri doluyor,
‘Tam on iki sene, 1927’den 1938’e kadar yanında idim’ diyor ve hemen arkasından ilave ediyor:
– ‘Ölümünden bir hafta evveline kadar yanında idim. Hasta iken, Dolmabahçe sarayındaki odasının kapısında nöbet bekledim. Kasımın ilk günlerinde Ankara’ya Polis Enstitüsüne gönderildim. Bir hafta sonra da, onu kaybettik.’
Enver Kezer, bunları anlatırken, o günleri yeniden yaşarmışçasına dalıyor, gözleri yaşarıyor.
– ‘Florya’daydık. Bir gece saat üçe doğru Atatürk yeni yatmıştı. Ben de kapısında nöbetteydim. Yarım saat geçmemişti ki, kalktı. Yan kapıdan çıkıp mutfağa girdi. Ben de arkasından gittim. Beni görünce ‘Karnım acıktı Enver’ dedi. Buz dolabını açtık. Ziyafet için hazırlanmış en nadide yemeklere elini bile sürmeden, pilav ve fasulye tabaklarını aldı. Elinden alıp ısıtmak istedim. ‘Bırak Enver, ben kendim ısıtıp yiyeyim, öyle daha zevkli olur’ dedi. Sonra, pilavı ve fasulyeyi bir sahanda karıştırıp ısıttı. Yerdeki kavunları yoklayarak, ‘Şunlardan tatlı bir tanesini seç’ dedi ve oturdu, yemeğini yedi.’
Enver Kezer, Atatürk’ün en çok sevdiği yemeklerin pilav ve fasulye olduğunu söylüyor, Ata kahvesini de çok az şekerli içermiş. Bazen, yattıktan bir saat kadar sonra kalkıp sabaha kadar çalıştığı olurmuş. Enver Kezer ‘Zaten, dörtten, beşten evvel yattığı yoktu ki’ diyor. Eğer Florya’da ise, geceleri çalıştıktan sonra Ata’nın en büyük zevki, sabahın erken saatlerinde bir deniz banyosu alıp yatmakmış.
Bir tarihte, Atatürk Ege vapuru ile Mersin’e gitmiş. Dönüşte, vapur Fethiye’de durmuş. Kasabada halk şenlik yaparken, gemilerden de havai fişekler atılıyormuş. Kendisine refakat eden Zafer torpidosunda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri, Zafer torpidosu kumandanına bir torpil atmasını söylemiş. Zafer’in kumandanı, ‘Hayhay efendim, yalnız bir torpilin kıymeti elli bin liradır’ diye cevap vermiş. Bunun üzerine Atatürk:
– ‘Vazgeçin torpil atmaktan. Bu millet o kadar zengin değil’ demiş ve torpido kumandanına dönerek: ‘Sizi tebrik ederim’ diye iltifatta bulunmuş. Atatürk’ün fazla alâyişi sevmediğini, yine Enver Kezer’den öğreniyoruz. Otomobiline sadece başyaverini ve maiyet memurlarından birini alırmış. Bir yere gideceği zaman arabasının etrafını motosikletlerin sarmasını katiyen istemezmiş.
Hattâ bu yüzden, bir kaç defa alâkalılara sert ihtarlarda bulunmuş :
– ‘Ben milletimi, milletim beni sevdikten sonra ne lüzum var bunlara’ demiş.
Enver Kezer diyor ki:
– ‘Bu yüzden motosikletli polis memurları, Ata’nın geçeceği yol kavşaklarına evvelden yerleştirilir ve ona görünmemeleri sıkı sıkıya tembih edilirdi.’
Ata’nın meşhur, şu herkesin bulunmak için can attığı sofralarından da bir nebze bahseden Enver Kezer, diyor ki:
– ‘Bu sofralar, daima ilim, siyaset adamlarının ve diğer büyüklerin toplanma mahalli idi. Başyaver, akşam üzerine doğru Ata’nın o akşam dâvet edeceği kimselerin listesini alır ve kendilerine bildirirdi. Bir akşam, bakardınız, dilciler Ata’nın sofrasını doldurmuşlar. Ertesi akşam, tarihçiler bulunuyorlardı. Bir başka akşam, politikacılar gelirlerdi. Ata sofrada dahi, memleket işleri ile uğraşırdı. Dâvet ettiği kimselerden, mühim meseleler ve çetrefil suallerle terlettikleri pek çoktu.’
Tekrar, Ata’nın yanında geçirdiği son günleri hatırlayan Enver Kezer’in gözleri doluyor:
– ‘Tevekkeli,‘ diyor. ‘Ankara’ya gelmeyi hiç içim istememişti. Polis Enstitüsüne gelip terfi edecek olmama rağmen bir türlü yanından ayrılmak istememiştim. Hasta yatağında vedaa gittiğim zaman, büyük bir tevazu ile elimi sıkmış, ‘Güle güle oğlum’, demişti. ‘Hakkını helâl et!’
Bir an durduktan sonra devam ediyor :
– ‘O, insan üstüydü,’ diyor, ‘öyle çalışan insan hayatımda görmedim. Gecelerini gündüzüne katardı. Uyumadan, dinlenmeden nasıl yaşayabildiğine hayret ederdik. Gün olurdu, üzerinde çalıştığı işe öylesine dalardı ki, yemek yemeyi bile unuturdu.’
Bir gün yakınlarından biri Ata’ya;
– ‘Paşam, hepimiz üzülüyoruz. Biraz yatıp, istirahat buyursanız.’ demiş.
Aldığı cevap şu:
– ‘Milletim ve vatanım için başladığım bir işi bitirmeden gözüme nasıl uyku girmesini istiyorsunuz?’